26 Aralık 2007 Çarşamba

Dostum'a...

Az önce bir dostun sesini duydum, bir "can"ın... Bir şeyler paylaşmayı çok özlediğim bir çift gözü özlediğimi hissettim. Dostumdu benim, aksayarak dolaştığım ruhumun yalnız diyarlarının arkadaşıydı, kendimden sakladıklarımın şahidiydi. Özlemiştim onu, hem de çok. O şimdi bir yerlerde, yanlış anlamayın, aslında çok uzaklarda değil, yakınlarda bir yerlerde. Sesiyle hissettirdi bana yeniden sıcaklığını, gülüşüyle hissettirdi. Ama artık canım sıkıldığında gidebileceğim iki adım ötemde değildi, bir paket çikolatamı paylaşacağım, çayımın dumanının üzerinden bakabileceğim yerde değildi. Ne kıymetliymiş oysaki birlikte geçen zamanlar, hakkıyla tadını alabildik mi acaba?

Sevgili Sevde'm, bu satırlar senin için. Aslında dostluk üzerine yazılmış tüm satırlar senin için. Umarım seni hakedecek bir dost olurum.

İnsan sevdiği insanların gözlerinde yaşı, sesinde hüznü görmek istemez ya, bilirsin, umarım hakettiğin kadar mutlu olursun her zaman...Umarım bir gün yine ayın kayboluşu bizim saatimiz olur, birlikte yudumlarız sıcak kahvemizi, kahkalarımız eş olur birbirine.

Umarım mutlu oluruz ay kayboldukdan sonra başımızı koyduğumuz yastıklarımızda, huzurlu...

25 Aralık 2007 Salı

BAYRAM KURABİYEMİZ VE SÜTLÜ İRMİK HELVASI


Bir kez daha geçmiş bayramınızı kutluyorum. Güzel bir bayram tatilinin ardından, yine işimin başındayım. Bayramda kuzenlerim için hazırladığım fındıklı kurabiye oldukça beğenildi. Çok basit bir kurabiye ancak oldukça lezzetli. Hele hele ilk sıcaklığı çıktıktan sonra ılıkken yenildiğinde, çayın yanında tadına doyum olmuyor. Öncelikle bir paket yumuşak margarin, iki yumurtanın sarısı, beş yemek kaşığı şekeri elinizle karıştırıyorsunuz, daha sonra aldığı kadar un ve bir paket kabartma tozunu ekleyerek yumuşak bir hamur elde ediyorsunuz. Hamurdan ceviz iriliğinde parçalar kopararak, önce çırpılmış yumurta beyazına, daha sonra da iri iri kırılmış fındığa buluyorsunuz ve yağlanmış tepsiye sıralıyorsunuz. Önceden ısınmış fırında, üzerleri pembeleşene kadar pişiriyorsunuz. İşte bu kadar, afiyet olsun. (yeni fotoğraf çekmeye fırsat olmadı, daha önceden çekmiş olduğum fotoğrafı ekledim)


Bayramda eşim kuzenlerime espri yapmak için "Hani bize kurabiye yapmamışsınız, bir fındıklı kurabiye bari yapsaydınız" dedi. Bilmiş kuzenim Zehra da hemen atıldı ve "yapmayı çok isterdik ama süt yok" dedi. Tabi ben eşime o kurabiyeye süt girmediğini söyleyince, kuzenimin yüzü kızardı.:) Zehra gibi diğer kuzenlerim de oldukça matrak. Hoş dakikalar geçirdik sayelerinde.:)))

Esprilerin ardından, yine ben soluğu mutfakta kurabiye yaparken aldım.:)


Eşimle geçtiğimiz akşamların birinde yemeğe çıktık. Bayındır 2 Sokakta bulunan "Mangalcı" adlı bir restorana gittik. Tek kelimeyle şahane olduğunu söyleyebilirim. Yemekler nefisti ancak yemeğin öncesinde gelen nar ekşili kuru patlıcan dolması ve sonrasında gelen irmik helvası bile özellikle onları yemek için gitmeye değer. Tabi bu helvayı çok beğenen eşim, yine bana " keşke sende bu lezzette bir irmik helvası yapsan" diye takılınca ben dururmuyum, hemen dün akşam malzemeleri aldım ve kendimi irmik kavururken buldum. :))) (eşim beni çok iyi tanıyor ve bundan çok güzel kazanımları oluyor:))) Eşimin söylediğine göre tıpkı o akşamki kadar lezzetli bir helva yapmışım.


Şimdi gelelim tarife, yaklaşık 100 gr. kadar tereyağını tencerede erittim, daha sonra bir buçuk su bardağı irmik ve bir paket çam fıstığını(dolmalık fıstık) yağın içinde kavurdum. Mis gibi irmik kokusu gelip, fıstıkların rengi altın sarısı olduğunda bu karışımı soğuk bir tencereye aktardım(çünkü sütü bu tencereye dökseydim, üzerime atlama ve benim yanma olasılığım vardı). Ayrı bir yerde kaynamakta olan 2 su bardağı süt ve 1,5 su bardağı şeker karışımını kavrulmuş irmiklerin üzerine döktüm ve tencereyi tekrar yanan ocağın üzerine aldım. Bir süre daha karıştırarak sütünü çekmesini sağladım. Daha sonra ocağın altını kapatarak, tencerenin kapağını da kapattım ve 20 dakika kadar demlenmesini sağladım. Kapağı kapatmadan önce, yarım paket vanilya da ekledim ama bence gerek yok çünkü irmiğin ve tereyağının mis gibi kokusu zaten iştahı kabartmak için yeterli. Afiyet olsun...


Gerçekten de şimdiye kadar yaptığım helvaların en güzeliydi. Tabi bunda eşimin payı büyük. :)))

17 Aralık 2007 Pazartesi

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN...

Yaklaşan Mübarek Kurban Bayramı vesilesi ile sizlere güzel bir tatlı tarifi sunmak istiyorum. Tarifi Oktay Usta’dan almıştım diye hatırlıyorum ancak üzerinden çok zaman geçti.

GÜL TATLISI
Hamuru için 1 bardak yoğurt, 1 yumurta, 1 bardağa yakın sıvıyağ, 1 paket kabartma tozu ve yeterince un ile karışımımızı hazırlıyoruz. (kulak memesi yumuşaklığında bir hamur olmalı ve çok fazla yoğrulmamalı)
Hamuru ikiye bölüyoruz ve birini alıp nişasta ile açarız.(çok ince olmamasına dikkat edin)
Üzerine biraz erimiş margarin sürülür ve margarin donana kadar hamur bekletilir. Daha sonra donmuş hamur rulo yapılır ve 2 parmak eninde kesilir. Kesilen hamurların açık olan iki tarafından bir tarafı parmaklarla hafifçe sıkılarak kapatılır ve diğer kısmı açık kalır. Açık kısım aşağı, büzülmüş kısım yukarı gelecek şekilde fincan tabağı büyüklüğünde açılan hamur, kızgın sıvıyağın içine atılır, kızartılırken tava hafif hafif sallanır, kızaran hamurlar alınıp, hemen soğuk şerbete atılır. Bekletilmeden şerbetten de çıkartılır ve servis tabağına alınır. Üzerine fındık yada ceviz serpilir, istenirse kaymak da konabilir ve afiyetle yenir.
Başlangıçta ikiye bölünen hamurun kalanına da aynı işlemler uygulanır. Oldukça lezzetli ve hafif bir tatlı.
Şerbetine gelince; 1 kg. şeker,1 kg.’den biraz az su, birkaç damla limon suyu.

Ağzınızın tadı hiç bozulmasın, bayramınız kutlu olsun.

14 Aralık 2007 Cuma

Vişneli Hindistan Cevizli Kurabiyelerim...Umarım beğenirsiniz...Evdekiler çok beğendi...
Fındıklı kurabiyelerimiz...Nefistiler...Dışı kıtır kıtır, içi ağızda eriyor...Ellerine sağlık "annem"...

Biricik annemin, "Zeytinyağlı Yaprak Sarması". Canım annem, yine harikasın...


İşyerimden arkadaşım Selma Hanım'ın "Tahinli Çıtırları". Görünüşleri gibi kendileri de nefisti...Devamını bekliyoruz:)



Sevgili arkadaşım Neslihan'ın "Biskrem Kurabiye"si. Çok güzel bir kurabiye. Tarifi çok yakında sizlerle olacak. Ellerine sağlık Neslihan'cığım. Yine yapmışsın yapacağını:)
Önce fotoğraflarıyla göz zevkinize hitap etmek istedim. Yakında tarifleriyle de midenize hitap edeceğim inşallah... Ama bugünlerde yazı yazmaya nedense çok üşeniyorum:)















13 Aralık 2007 Perşembe

Bizim evde en çabuk tükenen kurabiye...



Malzemeler:
1 paket margarin
1 su bardağı şeker(varsa yarısını pudra şekeri koyabilirsiniz)
2 adet yumurta
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
Aldığı kadar un

Yapılışı:
Tüm malzemeleri karıştırarak yumuşak bir hamur elde edin.Elde ettiğiniz hamura, evinizdeki imkanlar doğrultusunda istediğiniz malzemeyi ekleyin. Ben bir seferinde kuru üzüm ve ceviz eklemiştim, bir seferinde de damla çikolata, üzüm ve fındık ekledim,başka bir zamanda da sadece ceviz ekledim. Yani tamamen yaratıcılığınıza ve damak zevkinize ayrıca evdeki imkanlarınıza bağlı.

Daha sonra hamuru eklediğiniz malzemelerle karıştırıp, cevizden iri parçalar koparın hamurdan ve yuvarlayarak şekil verin, yağlanmış tepsiye dizin, ısınmış fırında üzerleri pembeleşene kadar pişirin.

Eğer piştiğinde şekerinin az olduğunu düşünürseniz, pudra şekeri serpebilirsiniz, yada süslemek için benmari usulü erittiğiniz çikolatayı kullanabilirsiniz. Afiyet olsun.

12 Aralık 2007 Çarşamba

BİNNUR'DAN VİŞNELİ TART...

Bu da daha önce tarifini verdiğim vişneli tartın, Binnur tarafından uygulanmış fotoğrafı. Ellerine sağlık canım!Umarım tadını da beğenmişsinizdir. Afiyet olsun...


Patatesli Poğaça...



Sevgili Emoş'un Patatesli Poğaçası. Oldukça leziz bir poğaça. Ayrıca tazeliğini uzun bir süre koruyor ve pamuk gibi yumuşak oluyor. Malzemelere gelince, hamuru için 4-5 adet haşlanmış patates rendesi, 1 su bardağı sıvıyağ, 1 su bardağı ılık su, yarım paket yaşmaya, 3 tatlı kaşığı toz şeker ve 1 buçuk tatlı kaşığı tuz. Bir de aldığı kadar un. Tüm malzemeleri karıştırarak yumuşak bir hamur hazırlıyorsunuz. (Patatesten dolayı hamur biraz elinize yapışabilir. Bu durumda ellerinizi sıvıyağ ile yağlayarak hamura şekil verebilirsiniz.)Hamuru bir süre dinlendirerek, kabarmasını sağlıyorsunuz. Daha sonra istediğiniz iç malzemeyi kullanarak poğaçalarınızı hazırlıyorsunuz. Üzerine yumurta sarısı sürüyor ve ılık fırına veriyorsunuz. (ben her zaman tepsi mayası da yaparım)

Ve afiyetle yiyorsunuz. Ellerine sağlık Emoş'cuğum ve yüreğine sağlık sevgili kuzenim.

3 Aralık 2007 Pazartesi

(Peynirli Sandwich) Sevgili Oktay Usta'ya ait bir tarif, hemen denedim ve çok güzel bir sonuç aldım.
Annemin kabak tatlısı, oldukça lezzetliydi. Ama fındık dökmeyi unutmuşum:)

Annemin kestaneli pudingi. .. Ben bayılıyorum.
Ani misafirler için, acil çözüm; fırın poşetinde sebzeli tavuk ve yanında pilav...
Eşimin en çok sevdiklerinden biri bu kurabiye; hayalgücünüze açık.

Rokalı Patates Salatası; marul olmayan durumlar için birebir ve enfes...


Ve yine Oktay Usta'ya ait bir börek, anında denendi ve çoooo beğenildi...




Geçmişi Ayşe Yengeme dayanan ama annemin de çok güzel yaptığı fındıklı çörek...
İşte bizim günlerimize damgasını vuran lezzetler, tabi arada yapıp fotoğraflamayı unuttuklarımız da oldu. Hepsinin tarifini önümüzdeki günlerde vereceğim. Bir de sevgili Emoş'un patatesli poğaçası var ki, pamuk gibi ve çok lezzetli. O da çok yakında geliyor...
Sevgiler...



19 Kasım 2007 Pazartesi

BEŞ ÇAYINDA AYŞE YENGEMDEYİZ!PERİŞAN KURABİYE VE HELVAYA BUYRUN!...


Bilirsiniz ya, her ailede mutfak konusunda belli başlı maharetli hanımlar vardır. Onların evine gideceğiniz zaman bile "acaba yine neler döktürecek" diye meraklanırsınız. Sizin bildiğiniz hamur işleri bile onun elinden ayrı bir lezzetli çıkar. İşte bizim ailenin maharetli hanımlarından birisi de Ayşe yengem.


Kendisi ve kızlarının(sevgili Nur ve Yıldız da mutfakta harikalar yaratırlar) süper tarifleri vardır. İşte bunlardan bir tanesi;PERİŞAN KURABİYE(namı diğer Ayşe yengemin kurabiyesi)

İşte malzemeler;

3 yumurta

1 paket margarin

1 çay bardağı kuru üzüm

1 çay bardağı ceviz yada fındık(iri parçalar halinde)

1 çay bardağı şeker

1 çay kaşığı tarçın

Aldığı kadar un(yaklaşık 4-5 su bardağı)

1 paket kabartma tozu


Yapılışına gelince, tüm malzemeleri karıştırıyor ve bir hamur hazırlıyorsunuz. Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar alıp, şekil vermeden doğrudan tepsiye sıralıyorsunuz. Isınmış fırına veriyorsunuz. Sonra da yanına bir güzel çay demleyip, afiyetle yiyorsunuz.

Bence en güzel kurabiye tariflerinden biridir bu. Beğeneceğinize eminim. Şekilleri gerçekten adı gibi perişan ama tadı muhteşem inanın.


Sevgili yengemin fotoğraflayarak gönderdiği kurabiyenin tarifi işte böyle. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyor, yeni tariflerini bekliyoruz. (kendim için değil tabiki, sizler de güzel lezzetlerini tadın istiyorum)


Aslında kurabiyeyi biz yapmasak da yengeme, beş çayına gitsek daha güzel olur değil mi?:)
Yengemin bir de farklı bir helva tarifi var. Hafta sonu deneme fırsatı buldum ve gerçekten güzel oldu. Yapılışı ise şöyle; yarım kg. unu bir tencerede biraz pembeleşene kadar kavuruyorsunuz, ardından içine arzu edildiği kadar(ben iki buçuk su bardağı koydum) şeker ekliyor ve bir iki kez daha karıştırıyorsunuz. Ocağın altını kapatarak, 150 gr. kadar erimiş sıcak margarini una ilave ediyorsunuz. İyice birbirine yedirerek, bir tepsiye döküyorsunuz. Sıcak sıcak üzerini iyice bastırıyorsunuz ve dilimliyorsunuz. Dinlenmesi için en az 3-4 saatliğine buzdolabına kaldırıyorsunuz.
Gördüğünüz gibi, farklı ve lezzetli bir helva. Bazı kimselerin "Saray helvası" adını verdiği bu helva, diğer helvalar gibi kahve tonlarında değil de beyaz renkte oluyor. Yerken de ağızda dağılıyor ve çıtır çıtır bir tadı var. Afiyet olsun.


8 Kasım 2007 Perşembe

EVİMİZDE EGE RÜZGARLARI!..

Sevgili kayınvalidem geldi, evimiz şenlendi. Misafiri her zaman çok severim, hele bir de böyle "anne"ler gelirse daha da çok mutlu olurum. Ben çalıştığım için her zaman yemekli misafir alamıyoruz(herkes bizi rahatsız etmeme düşüncesiyle gelmek istemiyor, oysa ki benim mutfağı ne derece sevdiğim ortada) ama kayınvalidem de gelince, dayımları yemeğe alma şansını yakaladık.
Maharetli kayınvalidem neler yapmıştı neler. Hemen size mönüyü saymak istiyorum, nohutlu şehriye çorbası, Aydın'ın o minicik patlıcanlarından hazırlanmış karnıyarık, biberli et adını verdikleri bir tür güveç, pilav, köfte, kızarmış patates, soslu karışık kızartma, zeytinyağlı taze fasulye, zeytinyağlı kereviz, salata ve kendi usullerince yaptıkları o müthiş yöresel turşu, bir de keşkül ve yine benim çok sevdiğim "anne kurabiyesi".
Bunların hepsini dün ben işyerimdeyken yapmış ve akşam hep birlikte parmaklarımızı yedik. Tabi bu tatların yapımında yardımlarını esirgemeyen kayınpederimin hakkını da yememek lazım. Ellerinize sağlık... Yemekler harikaydı. Şanslı bir gelin olduğum gerçeğini bir kez daha anladım:)
Önümüzdeki günlerde o leziz turşunun ve kurabiyenin tarifini yayınlayacağım. Eminim sizler de benim kadar beğeneceksiniz:)
NİKAH YILDÖNÜMÜMÜZ...
Bugün soyadımın değişmesinin birinci yıldönümü:) Başka bir deyişle resmi evliliğimizin birinci yıldönümü. Geçen yıl, bu saatlerde heyecanla nikah memurunu bekliyorduk. Gerçekten de güzelliklerle geçen, dolu dolu bir yıl. Rabbim, herkese güzel evlilikler nasip etsin diyorum. Çünkü inanın yaşamı cennet de kılan, cehennem de kılan eşidir.
Sevgili eşim,
Birlikte daha nice mutlu, huzurlu ve sağlıklı yıllara...

30 Ekim 2007 Salı

MUHABBETE ORTAKLIK EDEN BİR DİLİM TART!

Üç günlük bir tatilin ardından yine başladı iş günleri. Ancak gerçekten dolu dolu bir hafta sonu geçirdim ve sevdiğim insanları evimde ağırlama fırsatı buldum. Cumartesi akşamı gelen misafirlerim için hızlı bir hazırlık yapmam gerekiyordu. Bu nedenle çok zaman gerektirecek bir şeyler hazırlayamadım ancak kısa zamana sığdırılan lezzetler de oldukça beğenildi.Peki mönüde neler vardı? Peynirli poğaça, sodalı börek, elmalı kurabiye, vişneli tart, kabak tatlısı, yoğurtlu havuç salatası, közlenmiş kırmızı biber salatası ve anneciğimin yaptığı salatalık-kırmızı pancar turşuları.(canım annem öyle de güzel yapmış ki, her mönüme eşlik etmeleri beni mutlu ediyor)

Bu mönüdeki lezzetlerin yapımını zaman zaman yayınlıyorum. O nedenle bugün yalnızca vişneli tartın tarifini vereceğim.
VİŞNELİ TART

Vişneli tartın hamuru için yarım paket margarin, yarım çay bardağı sıvıyağ, yarım çay bardağı pudra şekeri, vanilya, yarım paket kabartma tozu, bir yumurta ve aldığı kadar un kullanıyoruz.
Yumuşak bir hamur hazırlıyoruz ve hamurdan yumruk büyüklüğünde bir parça ayırıp, kalanını merdane ile açıyoruz. Tart kalıbını yağladıktan sonra, açtığımız hamuru üzerine yayıyoruz. Daha sonra vişne reçelini hamurun üzerine koyuyoruz(ben bir su bardağı kadar vişne reçeli kullandım, bu tarifi evinizde farklı reçeller varsa onlarla da uygulayabilirsiniz, bir de vişne reçelinin özellikle tanelerini kullanmaya çalışırsak daha güzel bir sonuç elde ederiz) Reçelin üzerine kavrulmuş fındıkları bütün halde koyuyoruz, (yaklaşık bir su bardağı fındık, ama fındık yoksa ceviz de kullanabilirsiniz, önemli olan ezilmemiş, bütün halde olmaları) Daha sonra ayırdığımız hamurdan parçalar kopararak ince rulolar yapıyor ve tartımızın üzerine kare kare kafeslerle örüyoruz. Isınmış fırına veriyoruz tepsimizi. Fırından çıktığında ılıtarak, üzerine pudra şekeri serpiyoruz.
Afiyet olsun.
Öyle güzel oldular ki çayımızın yanında vişneli tartlarımız. Tabi en önemlisi de tartın ortaklık ettiği koyu muhabbetlerimiz. İçim ısındı birden, çaydan değil, muhabbetten!..

24 Ekim 2007 Çarşamba

İÇLİ KÖFTE, CEVİZLİ MAKARNA, FARKLI BİR SALATA... VE SÜRPRİZ BİR SOFRA...

Dün akşam eşim eve biraz gecikeceğini söylediğinde sevinmedim desem yalan olur. Çünkü ona sürpriz yemekler hazırlayabilmek için zaman kazanmıştım. Hemen eşimin çok sevdiği bir yemek olan içli köftenin hazırlıklarına başladım.
Öncelikle bir miktar kıymayı, biraz tereyağında kavurdum, ardından ince doğranmış soğanları ekledim, soğanlar biraz kavrulduktan sonra salça ve tuz, karabiber ekledim. Tamamen kavrulduğuna emin olduğumda bir miktar iri çekilmiş cevizi de içine ekledim ve karışım hazır hale geldi. Ilıdıktan sonra buzdolabına kaldırdım.
3 su bardağı incu bulguru 3,5 su bardağı kaynar su ile demledikten sonra, içine bir kaşık salça, tuz, bir yumurta, biraz kıyma, az karabiber ekledim ve iyice yoğurdum. Daha sonra bir miktar da un ilave ettim ve arada elimi suya batırarak biraz daha yoğurdum. Bu karışımdan cevizden iri parçalar kopararak, baş parmağımla içlerini oyarak incelttim ve buzdolabında donmuş olan kıymadan kaşık yardımıyla alarak içlerine doldurdum. Bir kısmını yuvarlak, bir kısmını da klasik içli köfte biçiminde yaptım ve kaynar tuzlu suda haşladım. Eşimin ikisinden de isteyeceğini bildiğim için bazılarını da haşladıktan sonra, kızgın yağda kızarttım. Ben dün akşam sadece yiyebileceğimiz kadarını pişirdim, geriye kalanını da buzdolabı poşetine koyarak, dondurucuya kaldırdım.
...VE MAKARNA!
Tek başına içli köftenin ağır olabileceğini düşündüğüm için ikinci bir yemek olarak çubuk makarna haşlayarak, cevizli ve peynirli bir sos hazırladım. Bu sos, oldukça lezzetli bir sos ve hazırlaması da çok kolay. Tereyağını tavaya alarak eritiyorsunuz, iri çekilmiş cevizleri ekliyor ve bir miktar kavuruyorsunuz, ardından evde ne çeşit peyniriniz varsa ekliyorsunuz ve peynir eridiğinde ocağın altını kapatıyorsunuz. Sıcakken sosu, makarnanın üzerine döküyorsunuz. Oldukça basit gördüğünüz gibi.
SALATASIZ OLMAZ!
Hep alıştığımız kaşık salatalarının yerine farklı bir salata yapmak için kolları sıvadım. Ekmeği küp küp doğrayarak az sıvıyağda tavada kuruttum. Ardından kıvırcık yapraklarını ellerimle parçalara ayırdım, salata kasesine koydum, üzerine yine ellerimle parçalayarak roka ekledim, bir domatesin kabuklarını soydum ve doğradım, kuruttuğum ekmekleri de ilave ettim, bir miktar peynir ve ceviz ile salatayı süsledikten sonra nar ekşisi, tuz ve zeytinyağı ile hazırladığım sosu üzerine gezdirdim. Gerçekten lezzetli bir salataydı.
Gerçekten göze ve mideye hitap eden bir sofraydı. Umarım dener ve siz de sevdiklerinizi mutlu edersiniz, şimdiden afiyet olsun.

22 Ekim 2007 Pazartesi

PEYNİRLİ POĞAÇA

Güzel bir poğaça tarifiyle günaydın demek istiyorum. Misafirlerinize ikram edebileceğiniz, lezzetli bir tarif.
Malzemeler:
1 su bardağı ılık su
Yarım paket yaş maya(42 gr.lık paketin yarısı)
3 tatlı kaşığı toz şeker
1 paket margarin(oda sıcaklığında)
2 yumurta(bir tanesinin sarısı üzerine sürmek için ayrılır)
1 tatlı kaşığı tuz(arzuya göre miktarı değiştirilebilir)
4-5 su bardağı un
İçi için: Peynir(arzu edilirse haşlanmış patates vb. malzemeler de konabilir)
Yapılışı:Unun ortasını derin bir kapta açarak, ılık su ve mayayı içinde eritin. Diğer malzemeleri de ekleyerek, yumuşak bir hamur hazırlayın. Üzerini örterek, iki misli kabarana kadar dinlendirin. Daha sonra kabaran hamurdan parçalar kopararak istediğiniz iç malzemeleri koyun ve ayırdığınız yumurta sarısını sürerek biraz daha mayalanması için bekletin, sonra fırına verin.
Ben aynı hamurdan minik pizzalar da hazırlıyorum. İçlerine evde ne varsa koyabilirsiniz. Tamamen yaratıcılığınaza bağlı. Kolaylıklar diliyorum sizlere.
Afiyet olsun.
İLK DEĞİLDİ, SON OLMASI İÇİN DUA EDİYORUZ...
RUHUNUZ ŞAD OLSUN KAHRAMAN ASKERLERİMİZ...
BAŞINIZ SAĞ OLSUN YAVRULARININ ÖZLEMİYLE YANAN YÜREKLER...
RABBİM HEPİMİZE SABIR VERSİN...
İLK DEĞİLDİ, SON OLMASI İÇİN DUA EDİYORUZ...

16 Ekim 2007 Salı

BAYRAM SABAHINDAN BİR TARİF!

Bayram sabahı kahvaltıda eşim ve ailesi için hazırladığım güzel bir tarif; Patates Köftesi.
Uzun bir zamandan sonra oldukça erken bir saatte kalkıp, eşim namazdan dönmeden bu tarifi hazırladım. Oldukça beğenildi, hatta ertesi sabaha da sipariş verildi fakat uyuyakalınca yapılamadı.
Bir miktar patatesi rendeleyerek derince bir kaba alıyorsunuz. Üzerine bir soğanı incecik doğrayarak ekliyor ve bir yumurta kırıyorsunuz. Daha sonra bir miktar un ve istenilen baharatlar ve biraz da maydanoz ile koyu kıvamda bir karışım hazırlıyorsunuz. Karışımdan kaşık kaşık alarak, bol kızgın yağda kızartıyorsunuz.
Eğer isterseniz üzerine baharatlı yoğurt sos hazırlayarak afiyetle yiyorsunuz.

4 Ekim 2007 Perşembe

YEMEĞİN BAŞI VE SONU; ÇORBA VE TATLI:)

Şimdi de Sevgili Binnur'cuğumun hafta sonu misafirlerine ikram etmeyi planladığı iki lezzeti sizinle paylaşmak istiyorum. Hepinizin bildiği tarifler ancak hatırlatmak istedim. Ve inanın mübarek ramazan ayında sıcacık bir yoğurt çorbası ve yenilebilecek en hafif tatlı olan güllaç harika oluyor. Şimdiden afiyet olsun...

GÜLLAÇ

Malzemeler:
6 Yaprak güllaç
1 litre süt
2,5 bardaktan biraz az şeker
Bir paket vanilya
Bir miktar ceviz

Süslemek için, nar taneleri

Yapılışı: Öncelikle süt ve şekeri tencerede bir taşım kaynatın ve soğumaya bırakın. El dayanacak ısıya geldiğinde içine bir paket vanilyayı ekleyin. Güllaç yapraklarından birini alıp tepsiye yayın ve üzerine kepçe ile süt gezdirin, biraz buruşturun. Diğer iki güllaç yaprağına da aynı işlemi uygulayın. Daha sonra ceviz serpin ve kalan 3 güllaç yaprağını da aynı şekilde süt-güllaç şeklinde sırayla buruşturarak tepsiye yayın. Kalan sütü de üzerine gezdirin ve üzerini kapatarak soğumaya bırakın. Servis aşamasında güllacın üzerine iri ceviz parçaları ve nar taneleri serperek, karelere kesin ve soğuk olarak servis yapın.


YOĞURT ÇORBASI

Malzemeler:
1 kase yoğurt
1 adet yumurta
2 yemek kaşığı un
2-3 diş sarımsak
Tuz
Bir miktar su

Üzeri için; tereyağ, kırmızı toz biber ve nane

Yapılışı:Un, yoğurt ve yumurtayı tencerenin içinde karıştırarak yavaş yavaş su ekleyin. Daha sonra elde ettiğiniz bu sulu karışımı, ocağa alın ve kaynatın, kaynarken içine sarımsak ve tuz ekleyin. Diğer taraftan erittiğiniz tereyağının içinde kırmızı biber ve naneyi hafif kızdırın, kaynayan çorbanın üzerine dökün, çorbanın altını kapatın. Bir tutam daha nane serpebilirsiniz.

ANNECİĞİM GELDİ!

Bugün yemek tarifi vermeyeceğim, çünkü annem geldi ve ben onun muhteşem yemeklerini yiyor, onunla olmanın tadını çıkarıyorum. Tabi aynı zamanda da bu akşam ne pişirsem sorusunu yanıtlamaya çalışmıyorum. Mutluyum:)
Karşılıksız olarak sevilmek ve her başın sıkıştığında birinin varlığını hissederek dahi güçlenmek, yeniden ayağa kalkmak gerçekten güzel bir duygu. Yanımızda yokken bile sıcaklığını hissettiren ulvi varlık "anne". Umarım Rabbim kimseyi annesinden ayırmaz ve hepimize onlara layık olabilmeyi nasip eder.

2 Ekim 2007 Salı

İKİ LEZZET VE BİR DOĞUM GÜNÜ MESAJI!

Sanırım koşturarak yemek yapmaktan sıkıldım. Ben yemeği sindire sindire, zevk alarak yavaşça yapmalıyım. Tabi bunun için iftardan sonra her akşam yemek yapmam gerekiyor. Ama bazı akşamlar gerçekten canım hiç birşey yapmak istemiyor, televizyonun karşısında tembellik etmek istiyorum. Malumunuz, böyle akşamların ertesi akşamlarında yemeksiz kalıyoruz:) Hepimizin böyle günleri vardır ya, evde hiç yemek yoktur ve gündüzden başlarsınız düşünmeye, "acaba ne yapsam?" Dün de benim böyle günlerimden biriydi ve uzunca bir süre ne pişirsem diye düşündüm. Sonra aklıma buzlukta duran haşlanmış taze fasulyelerim geldi ve hemen evi arayıp, kardeşime fasulyeyi buzluktan çıkarmasını söyledim. Akşam eve gittiğimde beni bekleyen taze fasulyeleri güzelce bir mısır unuyla harmanladım. Üzerine biraz tuz serptim. (itiraf etmeliyim ki en güzel fasulye tavasını annem yapar, hem de bizim köyün o tazecik fasulyeleriyle)Daha sonra kapaklı tavaya tereyağ koyarak eritirsiniz ve fasulyeleri yerleştirirsiniz.(yine bu da anneciğimin bana armağan ettiği, bizim köyün meşhur tavası, aynı zamanda da karadeniz tavası olarak bilinen yassı kapaklı tava. Ama eğer böyle bir tavanız yoksa, fasulyeleri bir tepsinin arka yüzüyle çevirebilirsiniz) Kızarıp kızarmadığını çevirerek kontrol eder ve kızarınca diğer yüzünü de aynı şekilde biraz tereyağ ilavesiyle kızartırsınız. Gerçekten muhtesem bir tat.

Dün akşam "mısır unu saatlerimdeydim" sanırım ki, bir de kuymak yapmak istedim, sıcacık çayın yanında şöyle ekmeğinizi bandırarak yiyebileceğiniz bir lezzet.Hele ki ekmeğiniz taş fırın ekmeğiyse değmeyin keyfinize. (Ankara'da taş fırın ekmeğini bulmak biraz zor ancak Halk Ekmek'in somun ekmeği de işimizi görüyor)
Kuymak için, tavaya(ki bu bakır tava olursa daha lezzetli olur) 2 yemek kaşığı kadar tereyağını koyarsınız, ardından bir kaşık kadar mısır ununu eklersiniz ve kokusu gelene kadar kavurursunuz. Ardından bir miktar sıcak su eklersiniz ve kaynayan karışıma varsa dil peyniri yoksa kaşar peyniri koyarsınız. (Ben ikisini karıştırarak koydum, ince ince dilimleyerek) Ocağı biraz kısarsınız ve peynirler eriyip tereyağ üste çıkana kadar pişirirsiniz. (Tabi eğer tuzsuz bir peynir kullanıyorsanız, tuz eklemeyi unutmayın.)

Kuymağı ilk kez, bir Eylül günü Trabzon'da, Zigana Geçidi'nin ardında, sisli bir öğleden sonra yemiştim. Hava öyle soğuktu ki, sıcacık kuymak, içimi ısıtmıştı. Umarım sizin de içinizi ısıtır ve benim gibi bu lezzetten vazgeçemezsiniz.
Afiyet olsun.
Bu arada bugün canım kardeşim Deniz'in doğum günü. Umarım hepinizin kardeşi vardır ve bu eşsiz sevgiyi tatmışsınızdır. Ona bakarken içim titriyor, sevginin ötesinde bir şeyler hissediyorum. Bunun adı "kardeşlik" olsa gerek. Bu akşam onunla ilgili planlarım var, umarım onu mutlu etmeyi başarabilirim. Seni çok seviyorum Deniz'im ve İyi ki doğdun...

25 Eylül 2007 Salı

MUZLU KOLAY PASTA

Haftasonu yaptığım bir pastanın tarifini paylaşmak istiyorum sevgili dostlar... Bu pastanın kreması eleştirmenlerden tam not aldı:) Kekine gelince de, pastabanları kolay kolay beğenmeyen "ben" den tam not aldı. Piyasada dolaşan bir sürü pastaban markası var ama "Uno" gerçekten bu işi biliyor. (Özellikle bizim gibi çalışan ve zaman ile yarışan, aslında zamanının çoğunu mutfakta yalnız değil de, sevdiklerinin yanında geçirmek isteyen ancak aynı zamanda da bu özel insanlara güzel bişeyler ikram etmek isteyenler için müthiş bir fırsat)
Pastanın yapılışına gelince, öncelikle kremasını hazırlamamız gerekiyor. Bunun için bir kaşık mısır nişastası, bir kaşık buğday nişastası ve bir kaşık unu karıştırarak 6 yemek kaşığı şeker ekliyoruz.(şeker miktarı arzuya göre değişir, krema piştikten sonra tadına bakarak ekleyebilirsiniz) Bir litreye yakın muhtemelen 650-700 ml. sütü ekleyerek topaklanmaması için sürekli karıştırarak pişiriyoruz. (ben sütü her zaman göz kararı eklerim) Pişen kremanın içine sıcakken bir yemek kaşığı margarin ve bir paket vanilya ekleyerek mikser yardımı ile çırpıyoruz. Biraz soğumasını bekledikten sonra, yarım paket krem şantiyi (toz halinde) kremamızın içine ekleyerek kaymak kıvamına gelene dek çırpıyoruz.
Bir su bardağına yakın sütün içine bir yemek kaşığı şeker ekleyerek çırpıyoruz ve pastabanımızın alt katmanını bununla ıslatıyoruz. Bu katmana kremayı sürüyor üzerine ve muz dilimleri, damla çikolatalar(aslında evde ne varsa) serpiştiriyoruz. Üst katmanı da şekerli süt ile ıslatıp kalan krema ile pastanın her tarafını kaplıyoruz. Üzerini süslemek ise tamamen yaratıcılığınıza kalmış, ister kakao serpin, ister muz dilimleri ile süsleyin. Ben kivi ve muz dilimleri ile süsledim. (Çünkü eşim, krem şanti kutusunun dışında görünen o kivili pastayı göstererek " birileri ne güzel pastalar yapıyor, keşke bizim evde de böyle bir pasta olsa" diye sitem yoluyla gaz verme politikası izlemişti. )
Gerçekten yapımı kolay ve lezzetli bir pasta. Şimdiden afiyet olsun...

21 Eylül 2007 Cuma

BİR RAMAZAN GÜNÜ!...

Günler tatlı bir koşturmacayla geçiyor yine. İşten çıkıp eve gittiğimde, iftar vaktine öyle az bir zaman kalmış oluyor ki, yemekleri nasıl hızla yaptığıma ben bile şaşırıyorum. Mesela dün akşam hayatımın en hızlı sebzeli bulgur pilavını yaptım. Ama gerçekten zamanın kısalığına rağmen tadı her zamankinden güzel olmuştu. Ben bunu içinde bulunduğumuz mübarek günlerin hikmetine bağlıyorum.
Bulgur pilavını nasıl yaptığıma gelince(herkesin bildiği bir tarif ama her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdırdan yola çıkarak bu tarifi de yazıyorum); öncelikle soğanları minicik doğrayarak tereyağını erittiğim tencereye koydum, üzerine dilimleyerek dondurucuda muhafaza ettiğim yeşil köy biberlerini ekledim ve bir miktar kavurdum(böylece kışın bile biber koyduğum her yemekte köyümün kokusunu duyacağım), minik minik doğradığım patatesleri de ekledim ve patateslerin rengi dönene kadar kavurmaya devam ettim, sonra küp doğranmış domatesleri ve yıkayıp süzdüğüm pilavlık bulguru ekledim ve 3-4 dakika daha kavurdum. Et suyu tabletin yarısını ve bir miktar tuz da ekledikten sonra sıcak suyu koyarak pilavı pişmeye bıraktım. (Normalde et suyu tablet yerine et suyu koyuyorum) Pilav suyunu çektiğinde, demlenmesi için üzerine havlu kapatarak bir kenara bıraktım.
Oldukça lezzetli olduğunu yine ben söylemiyorum:) Sevgili kardeşim Deniz ve eşimin fikirleri bunlar.
Tabi bu akşamın yemeğini de dün akşamdan yapmayı ihmal etmedim. Sosyete mantısı, rus salatası ve zeytinyağlı bezelyeyi hazırlayarak buzdolabıma koydum. Buyrun gelin, akşam iftarı bizde yapalım!(bu tarifleri de daha sonra yayınlayacağım)
Ne güzel olurdu değil mi sevgili dostlar birlikte iftar açabilmek. Dostlarımla iftar açmayalı çok uzun bir süre oldu. Eskiden arkadaşlar bize iftara gelirdi, hep birlikte neşeyle sofrayı kurar, heyecanla ezan okunması bekler, huzurla yerdik yemeğimizi tatlı bir sohbet eşliğinde. Sonra gece olup herkes uyuduğunda, biz sıkı dostların muhabbeti daha da koyulaşır, sahura kadar sürerdi. Sahur yaklaştığında Gülden'in "hadi canım, bu saatte olmaz, üşenmiyor musun" nidaları eşliğinde belki bir poğaça yada börek yapardım. Sonra annemleri uyandırırdık sahur sofrasına. Ne güzel günlerdi...
Ne zamanki gurbet günleri başladı, ne zamanki gönüllerin gurbeti başladı işte o zaman sona erdi bu güzel zamanlar.Şimdiyse elimden "sağlık olsun" demekten başka bir şey gelmiyor.
"Sağlık olsun" ve "Gönüller bir olsun"!

10 Eylül 2007 Pazartesi

KÜÇÜK ŞEHİRLER, BÜYÜK TELAŞLAR...DAHA DA BÜYÜK MUTLULUKLAR...

Uzun bir aradan sonra nihayet fırsat bulabildim sizlerle biraraya gelebilmek için. Güzel bir tatilin ardından oluşan tembelliğim sona ermekte, daha yeni yeni kendime gelmekteyim. Tabi bunda havaların soğumasının da etkisi var.
Ve işte geldi sonbahar... Hafta sonunu Düzce'de geçirdim, biraz daha yukarılara doğru çıkarak köyüme gittim.Sıcaktan bunalan hücrelerim serinliğin etkisiyle feraha kavuştu. Olamaz böyle bir güzellik, her yer yemyeşil, sabahın dumanı ormanın üzerinde, ateş yanıyor çıtır çıtır, sarınıyorsunuz sıcacık yorganınıza. (Yanılmayın sakın, daha iki gün evvel yaşadıklarımı anlatıyorum, aralık ayı değil.)
Her mevsim başka güzel diye düşünüyorum, yakında bu güzelim çimlerin üzerine kar yağacak ve biz yine bir hafta sonu kaçamağında karların üzerinde kayak yapacağız. Ama bilinen o eski usullerle; en kaygan çuvalların üzerinde:)
Bir taraftan da içimde bir sevinç. Her yıl Ramazan ayı gelirken, içimde nasılını ve nedenini belirtemeyeceğim bir heyecan oluyor, bir kıpırtı... Şöyle bir baktım memleketime hafta sonu. Dedim kendi kendime küçük şehirlerde ne büyük sevinçler, telaşlar yaşanıyor böyle özel zamanlar için. Oysa büyük şehirlerde kaybetmişiz kendimizi, düşmüşüz hayat derdine. Oysa hayat yalnızca kendi karnını doyurmaktan mı ibaret? Karın doyurmanın da bir ruhani yönü olmalı diyorum kendimce. Unutmuşuz böyle güzel ayların faziletlerini, hazırlıklarını. Oralarda herkes alışverişe çıkmış, iftara gelecek olan misafirlerine en güzel yemekleri hazırlamak için, sahurda yemek için yufkalar açılmış, erişteler kesilmiş, tarhanaların en kokulu olanları hazırlanmış, tabi bir taraftan da biberler yıkanıyor en kırmızı salçalar için, turşuluklar seçiliyor pazar yerlerinde... Tatlı bir telaş gördüm bizim oralarda, benim insanlarımda. Hem kış karşılanıyor, hem de ramazan ayı...Ama yalnızca midenin yönlendirmesiyle değil, içlerindeki tuhaf sevincin rüzgarıyla.
Bir de Ankara'ya baktım sessizce. Alıştığımız gürültünün sessizliği, insanların umursamazlığı...Ah diyorum, keşke bu güzel günleri o küçük şehirlerde geçirebilseydim...
Elimizdekiyle yetinmek adına, küçük şehirlerin büyük mutluluğunu, küçük evimde, küçük ailemin içinde yaşatmaya karar verdim... En sevgi dolu yemekleri iftar soframıza taşımak adına, ramazan ayının mutluluğunu eşimle paylaşmak adına, küçük dünyamda büyük sevinçler yaşatmaya karar verdim...

6 Ağustos 2007 Pazartesi

İŞTE HUZURLARINIZDA WAFFLE...


Bu enfes wafflenin tarifini daha önceden sizlerle paylaşmıştım. Beşiktaş maçının üzüntüsünü unutturmak için sevgili eşime waffle yaptım ve gerçekten de işe yaradı.
Önceki tarifte meyve ve dondurma ile servis yaptığım tatlının bu sefer arasına çikolata sürüp, biraz dondurma eşliğinde servis yaptım. Gerçekten muhteşemdi...
Ayrıca bugün biricik arkadaşım Gülden'in doğum günü. İyi ki doğdun bitanem. Tüm dileklerin gerçek olsun. Keşke burda olsaydın, sana kendi ellerimle pasta yapsaydım...

3 Ağustos 2007 Cuma

GÜNBATIMINDA BENDEN İZLER...


Sadece denemek istedim...

KONUŞMAK İSTEYİP YORUMSUZ KALDIĞIMIZ AN...

Aşkların en umut dolu olduğu...
Kırmızının en masumunun yakalandığı...


Kahvaltıların en deniz kokanı...



Kahvenin görsel şölene dönüştüğü...


Mantarın en parlaklaştığı...





"Şimdi keşke orada olsaydım" dedirten an...



RUHUM NEREDE KALDI? YİNE GEÇ KALDI!


Bir yerlerde böyle güzel günbatımları yaşanır, ama biz diğer yerlerdeyiz...Güzel bir tatilin ardından yine sizlerle birlikteyim... Her ne kadar ruhum oralardan dönmeye çalışsa da vücudum buralarda geziniyor.


Böyle güzelliklerin anlamı, yalnızken bile doyumsuz olurken yanınızda bir de ruhunuzun eşi varsa uçuyorsunuz göklerde, ta yukarlardan seyrediyorsunuz her zaman göremediğiniz manzaraları.


Ah Gümüşlük! diyebiliyorsunuz şimdi sadece. O güzelim saf zeytinyağına, evde hazırlanmış reçele ekmeğinizi banarak yaptığınız kahvaltıları, Celep Ali'nin Yeri'nde tattığınız kaşarlı mantarları deniz kokusu eşliğinde yemenin tadı için bir "ah" daha çekiyorsunuz. Peki Gümüşlük'lü teyzelerimizin yaptığı elmalı kurabiyelerin rüzgarlı tadını...


Ya sabahları denizin sessizliği, motorların ince sesi, balıkçıların telaşı...Akşamları denizin içine saklanan güneşin buruk neşesi...
Müziksiz restoranlarda buluyorsunuz kendinizi, muhabbetin en tatlısını. İşte o zaman anlıyorsunuz meğer ne çok engelmiş hayat telaşı, gürültüsü iç sesinizi, sevdiğinizin sesini duymanıza...


Ardından Gökova...Azmakların en güzeli, suların en yeşili...Huzurun en bilinmeyeni...Balığın en tazesi...
Şimdi yapılacak ne var sırada? İlk fırsatta kendini Gümüşlük'e atmak, gidilemese de Akyaka'yı hayal etmek!
Düşünüyorum sessizce, acaba oralarda başka mı yaşanır üzüntüler, sevinçler ve aşklar...
Akşamlar başka, sabahlar yine bambaşka mı yaşanır? Ya kirli dumanları çekmeye alıştığımız ciğerlerimiz ne yapar? Çekebilir miyiz bunca bol oksijeni içimize?
Aşkınla olmak güzel, boş telaşlardan, stresten sıyrılıp aşkı Ege'de yaşamak bir başka güzel...




30 Haziran 2007 Cumartesi

Bir fotoğraf...Fikir verir...


Bugün yalnızca hepinizin bildiği margarinli poğaça hamurundan yaptığım dereotlu zeytin ezmeli kurabiye ve peynirli poğaçaların fotoğrafını sizinle paylaşmak istedim...Eğer isterseniz, daha sonradan tariflerini de eklerim...


Afiyetle ve sağlıcakla...

27 Haziran 2007 Çarşamba

NEFİS BİR KEK...


Sevgili İnci Hanım'dan tarifini aldığım ancak yine kendi el yordamım haline dönüşmüş olan bir kek tarifini sizlerle paylaşmak istiyorum. Tatlı krizlerine acil bir çözüm getirecek kolay bir kek.

Öncelikle üç yumurta ve bir bardak şekeri mikserle çırpıyorsunuz, bir bardak sıvıyağ, bir bardak süt, bir paket kabartma tozu ve aldığı kadar un ekleyerek tahta kaşıkla karıştırıyorsunuz. Damla çikolataları da unlayarak ekleyip karıştırıyor ve yağlanmış kek kalıbına(ben kelepçeli kalıp kullandım) döküyorsunuz. Üzerine de dondurulmuş yada taze vişneleri batırıyor ve 200 derecede ısınmış olan fırına veriyorsunuz. Kekiniz, fırından çıktığında isterseniz üzerine pudra şekeri serpiyorsunuz. (ben serpmedim, şekerini biraz fazla kaçırmışım çünkü) İnanın bundan sonra kimse sade kek yemeyecek...

Sonraki aşamada ise, tarifin yaratıcısı İnci Hanım'a teşekkür ederek, afiyetle yiyorsunuz.

25 Haziran 2007 Pazartesi

KEDİ DİLİ PASTASI



İlk kez uyguladığım ama oldukça beğenilen bir tarifi paylaşmak istiyorum sizlerle. Dün kolları sıvadım ve geçen hafta aldığım kedi dili bisküvilerini değerlendirmek için pasta yapmaya karar verdim. Öncelikle bir paket kakao, iki kaşık mısır nişastası, altı kaşık şeker ve bir miktar süt ile bir krema hazırladım. Pişen kremanın altını kapatarak, yirmi gram bitter çikolata ve bir yemek kaşığı margarin ekleyerek mikserle çırptım. Kedi dili bisküvilerini tepsiye bir sıra dizerek, kremayı üzerine döktüm ve ikinci kat bisküvileri üzerine yerleştirdim. Kalan kremayı da üzerine sürdüm ve hazır paketlerde satılan beyaz çikolatalı sosu üzerinde yazdığı gibi hazırlayarak, en üste döktüm ve buzdolabına kaldırdım. Bir gece beklese dolapta daha güzel olabilirdi ancak sevgili Deniz ve Coşkun'un sabırsızlıklarının ardından, ancak bir kaç saat sonra midelerde yerini aldı sevgili kedi dili pastamız.


Tabi dün sadece bu pasta ile yetinmedik ve çikolatalı vişneli kek ile dereotlu minik poğaça da yaptık. (bu aşamalarda emeği geçen Deniz ve Coşkun'a sonsuz sevgi ve teşekkürler) Tabi onların tarifini önümüzdeki günlerde ekleyeceğim.


Görüşmek dileğiyle...

18 Haziran 2007 Pazartesi

Yediklerimizin lezzeti midir bize mutluluk veren yoksa mutluluğumuz mudur yediklerimize lezzet katan?

Güzel bir mantar yemeği tarifi vermek istiyorum. Can yoldaşım Sevde'den aldığım bir tarif bu. Ama bu tarifi alalı uzun bir zaman oldu ve orjinal halinden sapmalar yaşayarak, benim el yordamım haline gelmiş de olabilir.
Belirtmek istediğim bir şey daha var, yazdığım bu tarifler yalnızca güzel, huzurlu günlerimize bir nebze de olsa eşlik etmek içindir. Aslında çok da önemli şeyler değil yani. Eğer huzurlu bir sofrada oturuyorsanız, yediğiniz şeyler zaten size çok lezzetli gelecektir. Ama içinizdeki sıkıntıyla götürüyorsanız ballı kaymaklı lezzetleri ağzınıza, bir tat alamayacaksınız. O yüzden Rabbim önce güzellikleri görüp tat almamızı sağlayacak huzuru versin gönlümüze, yüzümüz gülsün, gönlümüzde sevgi olsun...Soframızaysa nasılsa gelir zaten bişeyler, içinde bal olmayan yemekler ama bal gibi yüzlerin yanıbaşında yenen yemekler...

Mantar yemeğimizin tarifine geçmek istiyorum.Öncelikle belirtmeliyim ki bu yemek için ölçü vermeyeceğim çünkü son derece kolay olan tarifi, kendi malzemelerinize göre uyarlayabilirsiniz.
Mantarların saplarını ayırın ve az yağda(tereyağ yada sıvıyağ) arkalı-önlü hafif renk alacak kadar kızartın. Bir taraftan da kıyma, yemeklik doğranmış soğan, salça, yeşil biber, domates, mantar sapları, tuz ve arzu ettiğiniz baharatları birlikte pişirin. Kızartmış olduğunuz mantarların içine bu karışımı doldurun ve üzerlerine bir dilim kaşar, domates ve biber dilimlerini kürdanla tutturun üst üste. Ve tepsiye dizerek fırına verin, kaşarlar hafif kızarana kadar pişirin. Sıcakken servis yapın. Yanına yapacağımız dereotlu bir pilav ve kaşık salatası çok hoş olur. Afiyet olsun...

6 Haziran 2007 Çarşamba

YALNIZCA SEV! GERİSİ KİMİN UMRUNDA!

Ayakların yerden kesiliyor, uzanıyorsun yıldız dolu gökyüzüne, başın sevdiğinin göğsünde. Huzur buluyorsun, inanamıyorsun ankara'nın göbeğinde bulutlarla dansına. Sevdiğin adamın ayakları yorulana kadar, salıncağa güç veriyor...
Ayakları yorgun düşüyor, dualar ediyorsun sevgimiz yorgun düşmesin diye. Şükrediyorsun tanrıya, verdiği saadet için, huzur dolu omuz için, gülümseyen gözler için...
Böyle güzel bir doğum günü yaşadım büyülü şehrimde, varmak için uzun yollar katettiğim şehrimde. Tüm dünya silindi gözümden, yalnızca o ve ben vardık bulutların değdiği salıncağımızda, salıncağımızın uçtuğu büyülü şehirde. Tüm alışkanlıklarımızı tepip, alışamadıklarımızı tadarken, hayaller kurduk hayalimizdeki yerde, zamanda...Tüm sıkıntılarımızı ittik elimizin tersiyle taa uzaklara, setler gerdik gözlerimizle önlerine ki bir daha gelemesinler diye.
Belki çok uzak şehirlerden geldik ikimizde, ama bir o kadar yakındı ruhlarımız birbirine. Bunca zaman onlara ne kadar da sıkıntı çektirmişiz diye düşündüm bir an. Öyle ya, ruhum eşini bulana kadar üzüntülü saatler geçirmiş olmalıydı, ama şimdi ne kadar da mutluydu, bana minnet borçlu olduğunu düşündüm ona eşini verdiğim için.
Biz başardık, tüm gözlere, sözlere inat başardık hayallerimizi yaşamayı. Kolay değildi, ama şimdi kolay geliyor. Nasıl mı? Yanıtı da çok kolay, yalnızca sevdik. Belki emek istiyor, fedakarlık istiyor, tırnaklarınızın kanaması gerekiyor ama bir sevdin mi, her şey kolay geliyor, gerisiyse kimin umrunda!...

4 Haziran 2007 Pazartesi

RÜYA MI GERÇEK Mİ?

Çok yoruldum. Ama hiç bir yorgunluk, bu denli mutlu edemez beni. Öğle arasında koştura koştura dışarı çıktım ve yarın doğum günü olan biricik eşime hediyeler aldım. Onun kadar özel değil ama zaten ona, onun kadar özel bir hediye bulamam ki!Yok çünkü öyle bir şey...
Ayrıca pasta yapmaya vaktim olmayacağı için onun en sevdiği pasta olan franbuazlı pasta siparişimi de çoktan verdim bile. Bu gece onun için bir sürpriz planlıyorum. Eğer yarın yaparsam, bu beklenir bir şey olur ama bu gece saat on ikiden sonra hiç de beklediği bişey değildir uykudan uyandırılıp mum üflemek.:) (Belki uyanmak biraz zor gelecek ama olsun, sürpriz değil mi? Sanırım önce gerçek mi rüya mı diye düşünecek :)) Aslında içimden ne geliyor biliyor musunuz; yarın eşimin annesini aramak ve sevdiğim insanı dünyaya getirdiği için ona teşekkür etmek!
Muhtemelen abarttığımı düşünüyorsunuzdur ama bir de şöyle düşünün; neden uğraşıp didinip duruyoruz şu hayatta? Mutlu olmak istiyoruz çünkü. O halde mutlu olmamızı sağlayanlara, daima yanımızda olanlara, yalnızca nefesleriyle, sesleriyle bile bize destek olabilenlere bir teşekkür borçlu değil miyiz? Bence onlar tüm güzellikleri hakediyor. İzninizle bu satırları sevgili eşim için ayırmak istiyorum.
İyi ki doğdun...İyi ki yanımdasın...Doğum günün kutlu olsun...

1 Haziran 2007 Cuma

Çok güzel bir tatlı tarifiyle "günaydın" demek istiyorum sizlere sevgili dostlar. Pastanelerde satılan çikolatalı topları aratmayan, son derece lezzetli ve şık bir tarif bu. Ayrıca evde kalmış ve bayatlamaya başlamış olan kakaolu keklerinizi de değerlendirebileceğiniz ve çikolata krizine girmiş olanlara sunabileceğiniz hoş bir tat. (Gerçi bizim evde kakaolu kek, asla kalıp bayatlama riski taşımaz:) ben o nedenle yeni bir kakaolu kek yaptım)

Çikolatalı minik toplarınızı şu şekilde hazırlıyorsunuz, öncelikle keklerinizi derin bir kaba ufalıyorsunuz ve üzerine biraz süt kreması ekliyorsunuz(marketlerde hazır paketlerde satılıyor, ama isterseniz evdeki çırpılmış süt kaymağını da kullanabilirsiniz), biraz karıştırıyor ve bir miktar da hindistan cevizi ekliyorsunuz(arzuya göre), oluşan bu karışım şekil verilebilecek kıvamda olmalı. Hazırlanan karışımdan ceviz büyüklüğünde parçalar kopararak, içlerini açıyor ve ceviz koyuyorsunuz. Top şekli vererek, buzdolabında 1 saat dinlendiriyorsunuz. Bu esnada arzu ettiğiniz miktarda sütlü çikolatayı benmari usulü eritiyorsunuz. Buzdolabından çıkartmış olduğunuz topları, iki çatal yardımıyla çikolataya bulayıp alüminyum folyo ile kaplamış olduğunuz tepsiye yerleştiriyor ve tekrar buzdolabına kaldırıyorsunuz.(isterseniz topların üzerine iri cevizler batırabilirsiniz) Donduğunda, servis edilmeye hazırdır tatlılarımız.

Ben alternatif olması için bir miktar hindistan cevizine biraz krema ve pudra şekeri ekledim ve topların içine bir miktar da bu karışımdan koydum. İnanın hindistan cevizli tatları sevenler için muhteşem bir ikram.

Afiyet olsun...

31 Mayıs 2007 Perşembe

AKŞAM SAATİ VE ÜÇ MÜTHİŞ LEZZET...

İşten eve döndüğümde kendimi çok yorgun hissetsem de birşeyler yaparak herkesi sevindirmek istiyorum. Dün akşam eve gittiğimde aklımda yapmayı planladığım üç tane tarif vardı. Üçünü de yapmasam içim rahat etmezdi.
Önce sevgili eşimin hediyesi olan(sanırım kimse kendisine waffle makinesi hediye edildiği icin bu kadar sevinemez, resmen uçmuştum) yeni waffle makinemi denemeye karar verdim ve harika bir dondurmalı waffle yapmayı planladım. Öncelikle margarini(100-150 gr. kadar) eritip soğumaya bıraktım. Ardından un(1 su bardağı kadar) ve yarım çay kaşığı kabartma tozunu karıştırdım ve bir bardak süt ekledim. 2 yumurta, biraz süt, biraz şeker ve bir çimdik tuz ekleyip mikserle çırptım ve erimiş margarini ekledim. Oluşan hamur oldukça sıvı bir hamur. Hamuru yarım saat kadar dinlendirdim. Daha sonra makinenin kalıplarına hamuru kepçe ile dökerek 5 dakika kadar pişirdim. Toplam 6 adet waffle çıktı bu hamurdan. E bizde dün akşam kalabalık olduğumuz için bir adet waffleyi ortadan ikiye bölüp, arasına vanilyalı dondurma koydum ve diğer parçayı üzerine kapattım. Üzerine muz dilimleri koyarak, önceden hazırlamış ve soğutmuş olduğum hazır paketlerde satılan çikolatalı sosu kaşıkla gezdirdim, çilek dilimleri ve toz antep fıstığı ile süsledim.
Gelelim ikinci tarife; akşam yemeği için kızarmış soğan halkaları yapmayı düşünmüştüm. Daha önce sosa bulamadan yaptım ancak onlar yumuşak oldular. O nedenle maden suyu, un, tuz ve yumurta akını çırparak yaptığım sosa halka halka doğradığım soğanları bulayarak kızgın bol yağda kızartmayı denedim. İnanın müthiş oldular.
Bir diğer tarifimiz de blogcu arkadaşlardan birinden aldığım kolay su böreği idi. Bunun için de bir adet yufkayı ortadan ikiye bölüp, üzerine bir yumurta ve erimiş margarinden oluşan sosu sürüyor ve peynir koyuyoruz. Rulo şeklinde sarıyoruz ve gül böreği gibi şekil veriyoruz. Diğer yufkaları da(Ben toplam 3 yufka kullandım ve bir tepsi oldular) tek tek ikiye bölüp, aynı işlemi yapıp, ilk başta yaptığımız gül böreği şeklinin etrafına spiral şeklinde koyuyoruz. Daha sonra böreğin üzerine çıkacak kadar su dolduruyoruz tepsiye ve 10-15 dakika bekletiyoruz. Börek suyun bir miktarını içine çekiyor, kalan suyu süzüyoruz ve böreği büyükçe bir teflon tavaya aktarıyoruz. Arkalı önlü pişiriyoruz.
Evet sevgili dostlar, dün akşam yaptığım üç lezzet de birbirlerinden müthiş oldular. Sakın kendimi övdüğümü düşünmeyin çünkü evdekilerin tepkilerinden bahsediyorum. Ben hepsinden minicik bir lokma aldım sadece. Hele hele dondurmalı waffle konusundaki yorumları çok komikti. Yine pastane açıp, beni geceleri çalıştırmayı düşündüler.:)
Şaka bir yana, sevdiğim insanlar için bir şeyler yapmak beni çok mutlu ediyor. Ortaya çıkarabileceğim tek ürün de yemek ve pasta mamulleri olunca, ben de hiç engel tanımadan, onları mutlu etmek için kolları sıvıyorum. Onlar, yapılanları yerken ben de keyif alıyorum.

MİNİK BİR PAYLAŞIM...

Dedim ya paylaşmayı seviyorum diye, paylaşmadan hiç bir şeyin tadını tam alamıyorum diye. Okuduğum ve çok hoşuma giden bir yazıyı da paylaşmak istiyorum sizinle.

"Bankada bir hesap sahibi olduğunu düşün, hesabına her sabah $ 86.400 para yatırılıyor, fakat bu paranın hepsini akşama kadar harcamak zorundasın, ertesi güne transfer edilemez. Paranı kullansan da kullanmasan da hesap her akşam sıfırlanıyor. Ne yaparsın? Tabi ki hepsini harcamaya çalışırsın.
Hepimiz "zaman" adlı bu bankanın müşterileriyiz. Her sabah 86.400 saniyeye sahip oluyoruz, her akşam gün boyunca kullanmadığımız saniyelerimiz kadar zarara girmiş oluyoruz, yarına transfer edilemez. Her sabah hesabımız dolar, her akşam boşalır. Geri dönüş yok, saniyelerini ŞU AN`ı yaşayarak harca, en iyisi bunlarla iyi bir yatırım yap. Sağlık, mutluluk ve başarı için! Zaman kaçıyor. Her gün işinin en iyisini yap.

Bir senenin değerini anlamak için, sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.
Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek doğuran anneye sor.
Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir editöre sor.
Bir saatin değerini anlamak için kavuşmayı bekleyen sevgililere sor.
Bir dakikanın değerini anlamak için trenini kaçıran yolcuya sor.
Bir saniyenin değerini anlamak için bir kazayı önleyemeyen sürücüye sor.
Bir saniyenin yüzde birinin değerini anlamak için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor.

Her anını değerlendir, her dakikanı çok özel biriyle paylaş. Unutma zaman hiç kimse için durmaz."

Ne kadar güzel bir yazı değil mi? Ve gerçekleri gözlerimizin önüne seriyor.

29 Mayıs 2007 Salı

YAĞMURLU BİR HAVA VE KESİŞEN İKİ ÇİZGİ DAHA...

Gerçekten çok güzel bir gün. Hava serin, hava toprak kokulu...Sabahın erken saatlerinde çiseleyen yağmur, yine erken vakitte yorgun düştü. Yerini sessizlik ve serinliğe bıraktı. Böyle havalarda sıcacık yatağında kıvrılmak istiyor insan yada köyümüzde, yapraklarında minik yağmur damlacıklarının olduğu yemyeşil ağaçların altında oturmak, derenin şırıltısını, kuşların sesini dinlemek ve topraktan gelen o muhteşem kokuyu çekmek ciğerlerine...


Sevgili kuzenim Binnur, geçtiğimiz haftalarda evlendi ve daha dün balayından döndü. Öyle mutlu ki! Ben de Binnur'umun bir ömür boyu mutlu olmasını diliyorum. Biliyorum ki, onu şimdi tatlı bir telaş sardı. Malum, yeni ev, yeni insanlar, yeni hayatlara ortaklık ve şimdiye kadar alınan yalnız nefeslere bir ortak! Artık iki ayrı hayat değil, iki kişinin paylaştığı yalnızca bir hayat var. Yalnızca yastık değil paylaşılan. Bir dilim ekmektir, bir bardak sudur, bir nefestir paylaşılan, bir hayattır. Artık önemli olan paylaşmayı başarabilmektir, bundan zevk almaktır.
İnanın bana hayatı birbirine çekilmez kılmak öyle kolay ki... Oysa sabah birisi için uyanmak, aynaya bakmak, birisi için çorba pişirmek ve ayrı kalınan kısa zamanlarda özlemek...Onu nasıl mutlu edebileceğini düşünmek...Kısacası hayatı sevdiğin için güzelleştirmeye çalışmaktır zor olan.
Evlilik bir sanattır ve keşke herkes başarabilse. Her iki taraf da eşini nasıl mutlu edebileceğini düşünse, herşey ne kadar da kolay olurdu değil mi? Ancak artık hepimiz bencilleştik ve eşimizi değil, kendimizi nasıl mutlu edebileceğimizi düşünüyoruz. Keşke yıllar geçse de evliliğimizin üzerinden, tüm bencilliklerimizden, kinlerimizden sıyrılabilsek ve tüm arındırılmışlığımızla koşabilsek bir zamanlar çok sevdiğimiz insana. Yine hiç karşılık beklemeden bir nefeste "Seni seviyorum" diyebilsek!

Yalnızca aynı yastıkta kocaman değil, bir ömür boyu mutluluktan yaşaran gözlerle hayata bakman dileğiyle sevgili Binnur'um...Kesişen iki çizginin, tek bir çizgi olarak sonsuzluğa uzaması dileğiyle...

BİR TEŞEKKÜR...

İnsanın sevdiklerinin yanında olamasa bile varlıklarını hissettirmeleri ne güzel şey, birilerinin, bir yerlerde seni düşünüyor olması, mutluluklarına ve kederlerine ortak olması ne güzel şey... Dünyanın en şanslı insanlarından biriyim. Çünkü benimle birlikte heyecanımı paylaşan siz sevgili dostlarım varsınız ve yazdığınız yorumlarla, bu kadarını da haketmediğim duygularla ödüllendiriyorsunuz beni. Herkes bir şeyler üretebilir ama bunu paylaşacağı dostları varsa, işte o kişidir dünyanın en şanslı insanı.
İyi ki varsınız uzaklarda bir yerlerde varlıklarıyla beni mutlu eden insanlar...Binnur, Kader, Sinem ve tüm dostlar, sağolun varlığınız ve desteğiniz için...

25 Mayıs 2007 Cuma

Havalar öyle sıcak ki! Daha Haziran ayına girmeden, havaların böyle sıcak olması beni endişelendiriyor. Bu sıcak günlerde benden size, soğuk meyve sularınıza eşlik edecek, misafirlerinize ikram edebileceğiniz tuzlu bir simit tarifi;1 çay bardağı yoğurt, 1 çay bardağına yakın sirke, 1 paket margarin, 1 çay bardağı sıvıyağ, 2 yumurta(1 tanesinin beyazı ayrılır),1 paket kabartma tozu ve aldığı kadar un. Tüm malzemeler karıştırılarak yoğurulur ve küçük parçalar koparılarak minik simitler yapılır. Ardından çırpılmış yumurta beyazına batırılır ve oradan da susama bulanır. Isınmış olan fırına verilerek pişirilir.
Afiyet olsun...

24 Mayıs 2007 Perşembe

MUZLU RULO PASTA

Rulo pastaları çok severim ama nedense bir iki kez denememe karşı, bir türlü yapamamıştım, ta ki birazdan vereceğim tarifi uygulayana kadar. Bir komşumuzdan aldığım bu tarif çok da güzel oluyor. Öncelikle rulo pastanın kek malzemelerini vermek istiyorum; 1 su bardağı pudra şekeri, 1 su bardağı yumurta(3-4 yumurtaya tekabül ediyor), 1 su bardağı un ve 1 paket kabartma tozu.Öncelikle yumurta ve şekeri çırpıyor, ardından un ve kabartma tozunu ekliyorsunuz. Oluşan hamuru, margarinle yağlamış olduğunuz fırın tepsisine yayıyorsunuz ve fırına veriyorsunuz. Yaklaşık 10-12 dakikada pişiyor. Üzerinin biraz pembeleşmesi yeterli. Eğer fırında çok tutarsanız, kurur ve rulo yapılamaz.
Kreması için ise, 3 su bardağı süt, 3 kaşık nişasta, 6 kaşık şekeri karıştırarak pişiriyorsunuz ve soğuduğunda içine 1/4 margarin ve 1 paket vanilya ekleyerek mikserle kaymak kıvamına gelene kadar çırpıyorsunuz.
Fırından çıkartmış olduğunuz keki, ilk sıcaklığı çıktıktan sonra rulo olarak sarıyorsunuz. Daha sonra açıp içine kremanın birazını sürüyor ve muzu yerleştiriyorsunuz ve rulo olarak sarıyorsunuz. Kalan kremayı, rulonun her tarafına sürüyor ve isteğe göre hindistan cevizi yada toz fıstık ile süslüyorsunuz.
Afiyet olsun...

23 Mayıs 2007 Çarşamba

SEVDİKLERİMİZE SIKI SIKI SARILALIM...

Daha bir kaç gün önce birlikteydik serviste. Ama bugün yoktu, dün evine alışveriş yapmak için Ulus'a gitmiş ve bir daha dönmemişti.Hiç acımadan "can" alanlara lanet okumaktan başka bir şey gelmiyor elimizden...Çok üzgünüm...Kelime dağarcığım yetersiz kalıyor...

Lütfen daha sıkı sarılalım sevdiklerimize.Sabah belki öperek, belki varlığını hissetmeden, belki de küserek ayrıldığımız insanları, akşam eve döndüğümüzde bulamayabiliriz yada içinde sevdiklerimizi yaşatan, kuş misali uğraşıp didinip kurduğumuz yuvamızın ışıkları akşam bizsiz yanabilir.İnanın bana dünya, söylendiği gibi üç günlük değil, daha da kısa. Dün, bugün... Yarın ise belirsiz...

Lütfen bir şeylerin değerini anlamak için kaybetmeyi beklemeyelim ve her nefesimiz için şükredelim...

22 Mayıs 2007 Salı

EVDEKİ HUZUR...

Çok sevdiğim bir arkadaşımın "evlilik" hakkında gönderdiği bir yazıyı paylaşmak istiyorum sizinle. Yazı, Can Dündar'a ait. Ne kadar da güzel anlatıyor sevgili Dündar. Bu yazıyı okumadan önce evlilik yaşamınıza bir bakmanızı, bir de okuduktan sonra bakmanızı öneriyorum. Sanırım hepimizin içinde bir yerlerde "bencillik" saklı ve hep "ben" diyoruz. Oysa sevdiğimiz insana biraz daha anlayışlı davranabilsek, biraz daha kendimizi onun yerine koyabilsek yada hepsini bir yana bırakın; bir dakika sonra gerçekleşebilecek bir olayla, kalan hayatımızı "onsuz" geçireceğimizi düşünsek... İnanın bana, öfke anımızda bunları birazcık olsun gözümüzde canlandırabilsek, herşey çok daha farklı olurdu. Belki o zaman, küçücük yaşamımıza ne büyük mutluluklar sığdırabileceğimizi görebilir, belki o zaman, anne ve babasını ayrı evlerde ziyaret etmek zorunda olan, içlerinde kocaman fırtınaların koptuğu minik kalpler olmazdı yaşamımızda. Ve yüzü asık insanlar...
Tıpkı bir reklam filminde dediği gibi; "Evdeki huzur, zenginlik budur".

"Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum
benim için. 17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği
kurum ayni zamanda da...
Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belki de kuruma inanmamaktan
geçiyor.
Evliliği toplumun dayattığı şekilde yasamamaktan. Nedir bu dayatmalar?
Erkeğin muhakkak kadından yasça büyük olması, eğitim seviyesinin
erkeğin lehine yada en azından eşit olması bunların sadece ikisi...
Olmaz, yürümez diyor toplum... Erkek yasça büyük olmalı ki, kadına "höt"
dediğinde oturmalı kadın. Yada yumuşatıyorlar; efendim kadın erkekten
önce çöktüğü için (hani doğum felan) küçük olmalıymış yası. Eğitimde de
böyle. Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layiki....
EŞİM BENDEN 2 YAS BÜYÜK; ne "höt" dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden
önce çöktü. Yıllar içinde ben yaslandıkça o gençleşti, "oo Can
bey kapmışınız çıtırı" esprilerine muhattap dahi oldum.
EŞİM 3 ÜNİVERSİTE BİTİRDİ; ben bir taneyi 9 senede bitirdim. Ne o bana
bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım...
Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır der Halil
Cibran...
Bunu unutmadık biz. Ben konuşurken o dinledi, Ben dinlerken o konuştu
17 sene.
O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o "haklisin bitanem..." dedik, öfke
bitip fırtına durulduğunda "ama bi de böyle düşün" de dedik fikrimizi
savunurken.
Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi, ayni amaç için savaşan
neferlerdik bu hayatta. Hala bilmedik ne kadar para kazandığımızı,
ortak cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık.
Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon, kim bu saatte arayan
karşı cins diye sorgulamadık da ama... Sevginin en büyük dostuydu
bizim için "güven"... Ve güvenin ardına saklanmış bir "saygı" vardı
daima... Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede...
Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi sütliman yasayacaktık...
Öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamın dışında yattım bi
gece, misafir odasında... Gece yarısı kapı açıldı, esim "ne yapiyosun
burda?"
diye sordu kapının eşiğinden, "uyuyorum" dedim buz gibi bi sesle...
Gitti, gelmesi 1 dakikasını almıştı elinde yastıkla... "kay yana" dedi
daracık yatakta. "ne yapiyosun?" dediğimde "benim yerim senin yanın,
sen gelmezsen ben gelirim" dedi... Anladım ki o gece, en uzun kavgamız
yat saatine kadar sürecek...
Ve bence doğrusu da bu... Özen gösterdik o günden sonra, evin her
yerinde kavga ettik, yatak odamız hariç..
Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadık birbirimize...
Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41 inci çift
olacaktık o listede...
Ama oyunun kurallarını biz koyduk... Nede olsa bizim oyunumuzdu,
oynanan...
Evlilik; hesapsız içine dalınması gereken bir oyun bence...
Topluma kulaklarını tıkayarak hem de... Ne benim, ne de bizim
sözlerimizle...
Sadece gönlünüzden geçtiğince...
Dedigi gibi Ataol Behramoglu' nun; "...Yasadıklarımdan öğrendiğim bir
şey var: Yasadın mi büyük yasayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene
karışırcasına. Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana..." "
CAN DÜNDAR

KALBURABASTI TATLISI

Gülşen ablamın kalburabastı tatlısının tarifini vermek istiyorum; Hamuru için 1 paketten az margarin, 1 çay bardağı şeker, 1 çay bardağı sıvıyağ, 1 çay bardağı yoğurt, 1 yumurta, 9 yemek kaşığı irmik, aldığı kadar un ve bir paket kabartma tozu. İçi için ise; Bir miktar iri çekilmiş ceviz Şerbeti; 4 bardak su ve 4 bardak şeker, bir kaç damla limon suyu
Yapımına gelince, hamur için gerekli malzemeler karıştırılarak yoğurulur ve hamurdan cevizden biraz büyük parçalar alınarak içlerine ceviz konur, poğaça şeklinde kapatılır. Üst tarafları, rendeniz yüzüne hafif bastırılarak şekil verilir. (Eğer hamurunuz rendeye yapışıyorsa, rendeyi biraz yağlamanızda fayda var.)(Gülşen ablam, çatalla delikler açarak şekil vermişti.) Isınmış olan fırında pişirilen tatlılar sıcakken üzerine soğuk şerbet dökülür.Ya da soğuk tatlıların üzerine sıcak şerbet dökebilirsiniz. Aslında tamamen size bağlı, nasıl kolayınıza gelirse o şekilde yapabilirsiniz.
Oldukça lezzetli bir tatlı. Umarım beğenirsiniz sevgili dostlar...

21 Mayıs 2007 Pazartesi

BİR BAŞKADIR MEMLEKET...

Hafta sonu annemle birlikte, onun arkadaşlarından oluşan bir altın gününe gittim. Oldukça eğlenceliydi, işin en eğlenceli yanı da ev sahibinin, aynı zamanda eşimin hemşehrisi olmasıydı. Yani Aydın'lı. Tabi, muhabbet dönüp dolaşıp sevgili şehrimiz Aydın'ın yemeklerine geldi. Gülşen abla, ballandıra ballandıra anlattı. E tabi bir de bunun yanında Aydın'ın zeytini, peyniri, zeytinyağlı kızartmaları, poğaçası ve en önemlisi de ünlü kalburabastı tatlısından oluşan muazzam da bir sofra hazırlamıştı bizim için. Eşim duyunca neler yediğimizi, memleket özlemi arttı ve kalburabastı istedi benden. Ben de Gülşen ablamdan aldım hemen tarifini. Gerçekten de çok güzel yapmıştı. Ellerine sağlık...Yarın tatlının tarifini vereceğim sizler için.
Benim eşim tam bir Aydın fanatiği. Ona göre oranın her şeyi lezzetli, her şeyi güzel.Ben de onun memleket özlemini biraz da olsun hafifletmek için elimden geleni yapıyorum. En azından özlediği tatları yapmaya gayret ediyorum.Çünkü çok iyi öğrendim ki, memleket başka bir şeydir, sokağa çıktığında tanıdığın insanları görmek, aynı dili konuştuğun(tabi bir de aydınca vardır ki, çok iyi konuşanların yanında ben hiç bir şey anlamam, ama çok tatlı bir ağızdır), benzer geçmişlere sahip olduğun insanları görmek başka şeydir...
Üstelik memleketlerimizden bizi koparan şartlar, altın kafese de koymuyorlar. Kısacası bir başkadır memleket de memleket sevdası da...
Telefonu minik İrem açtı ve sesimi hemen tanıdı. Bana bir sürprizi olduğunu söyledi. Sürprizleri seven biri olarak, ona sürprizin ne olduğunu sordum, "olmaz söylemem, kelebekli günler gelince söyleyeceğim" diye yanıt verdi...
Ne güzel değil mi çocuk olmak... Bir çok insanın tatil için beklediği, kiminin kavrulacağı günler olarak düşündüğü yada kimimizin gelip geçmesi umrumuzda bile olmayan yaz mevsimi, beş yaşında bir çocuğun düşlerinde "kelebekli günler" olarak yerini buluyor... Bu tabir, nedendir bilmem, beni mutlu etti, bir başka bakmaya başladım mevsimlere. Sanırım biz büyükler, bir sürü gereksiz ayrıntılarla canımızı sıkmaya çalışırken, yaşamımızdaki böyle güzel "kelebekli günler"i atlıyoruz.

17 Mayıs 2007 Perşembe

CANIN SESİNİ DUYMAK...TAA UZAKLARDAN...

Var mıdır dostun sesini duymak gibisi. Hele bir de uzaklardaysa... Hele bir de dostun canınsa senin, kardeşinden öteyse, herşeyinse...Mutluluklarını ve hüzünlerini onun avuçlarına bırakmak ve gülüşünü, sesinin hüznünü duymak...Güzeldir canın sesini duymak...taa uzaklardan...sağol gülüm, varlığın için...

Bir de kısa bir süre de olsa, benim askerlik yaptığım dönem olarak adlandırdığım antep günlerim var.Onlar benim yaşarken sıkıntılı, ama geriye dönüp baktığımda buruk sevinçleri içinde barındıran, hatta özlediğim günlerimdi. Hiç kimseye nasip olmayacak sağlam, adam gibi dostluklar edindim o kayıp şehirde.Var dır ya hani biz üç kişiydik söylemleri. Biz de bir elin parmaklarını geçmeyecek kadardık oraya gittiğimizde. Ama öyle bir tutunduk ki birbirimize yıllanmış ağaçların kökleri nasıl tutunursa toprağa öyle tutunduk birbirimize.Bir de hüseyinimiz vardı o yabancı toprakların insanı, en insanı.Misafir etti bizi aylarca sorgulamadan nerden geldiğimizi, nereye gittiğimizi. Açtı bize kocaman yüreğini. Ve ortak oldu memleket özlemlerimize, kendimizi arayışımıza...

Düşünüyorum şimdi o günleri... Ve içimde bir sızı ile özlüyorum sevgili dostlarımı... Ne güzeldik biz sevgili dostlar...Kısa süreye ne büyük dostluklar ve sevgiler sığdırdık...

EN GÜZELİ...

En güzeli de ne biliyor musunuz? Çayımı yudumlayıp, sıcak simidimden lokmalar alırken, Kazım Koyuncu'nun o müthiş "işte gidiyorum" parçası eşliğinde paylaşıma başlamak...Bu sabah servisten biraz erken indim ve yürüdüm akasya kokuları eşliğinde neden bu kadar mutlu olduğumu düşünerek...Birçok şeyin arifesinde olup da, zorlukları aşmaya çalışırken bu denli mutlu olmak sanırım herkese nasip olmayabilir. Galiba biraz şanslıyım...Ama sadece bugünlük de olabilir...
Dün akşam eşimin yoğun tatlı krizlerine cevap bulmak amacıyla kolları sıvadım. Bişeyler yapmalıydım ama kolay ve lezzetli olmalıydı. Çünkü televizyonun karşısında sevdiğim insanlar yanımdayken öldürdüğüm vakitleri, bazen seviyorum.
Tatlı krizlerinin en acil çözümü olan(bence) çikolatalı kek yapmaya karar verdim. Hemen başladım ama sanırım hamur biraz bereketli oldu. Çünkü iki yumurtadan, iki kalıp kek çıktı. Ama kalıpların biri baton, diğeri de tart kalıbı. Ne alaka diyebilirsiniz ama malum, yeni evin tüm eksiklikleri tamamlanamadı.
2 yumurta ve 1 bardak şekeri çırpıp, içine 1 su bardağına yakın erimiş margarin ekledim, ardından 1 su bardağına yakın süt ekleyerek tahta kaşıkla karıştırdım. Bir miktar un,kakao, kabartma tozu ve biraz damla çikolatayı da ekledikten sonra oldukça fazla olan hamuru(benim kalıbım için) ikiye bölüp, kalıplara paylaştırdım ve ısınmış olan fırına verdim. Baton kalıpta pişen kekin üzerine, çıktıktan sonra biraz süt gezdirdim. Eşim diğer keki(tart kalıbındaki) gördü ve biraz daha ıslak bişeyler istediğini söyledi. Ben de ona sürpriz yapmak istedim ve hemen çikolatalı sos pişirdim(hazır paketlerde satılanlardan). Dilimleyerek üzerine sos gezdirdim ve toz fıstık ile süsledim.
Eşim ve Coşkun'un tepkilerini görmenizi isterdim. Pastane açarak beni çalıştırmaya karar verdiler.:)

16 Mayıs 2007 Çarşamba

ISINMA TURLARI...

Bugün hava öyle sıcak ki! işyerinden arkadaşlarla birlikte yemeğe gittik, görüntü olarak harika bir yerdi. Böyle sıcak bir havada altında oturabileceğiniz iğde ağaçlarının olduğu, kuş seslerinin cıvıldadığı hoş bir yerdi taa ki benim salatamdan çıkan canlı varlığa kadar. Büyükşehirin gürültüsünden uzak, kafa dinleyip lezzetli bişeyler yiyeceğimiz yerlerin kıymetini, bizimle birlikte böyle şehirlerde yaşayanlar bilir. Keşke böyle mekanların sahipleri de hijyene biraz daha dikkat etse de keyfimiz tam olsa...
Daha önce de bahsetmiştim ya, okulu bitirdiğimde sunucu olmak, hayata paylaşmak istediğimi. Hemen olmadı ama şimdi blogum aracılığı ile bişeyler olmaya başladı. Kim bilir, belki çok istediğim pastanemi açarım ve estetiğin ve lezzetin yanında en önemli şeyin hijyen olduğunu ispatlarım:)
Ama bu kurabiyeleri yanımda arkadaşlarım varken yemek, alınan tadı doruklara eriştiriyor. Elmalı kurabiye dedim de aklıma geldi, sevgili arkadaşım Sevde'ye sevgilerimi iletmek istiyorum...O, benimle birlikte çay-kurabiye keyfini çok sever.:)

Favori tarifim olan elmalı kurabiyeyi paylaşmak istiyorum...1 paket margarin, 1,5 çay bardağı pudra şekeri, 1 çay bardağı sıvıyağ, 1 yumurta, 1 paket kabartma tozu, 1 paket vanilya ve 4-5 su bardağı un. Yapılışına gelince, tüm malzemeleri karıştırıyor ve yumuşak bir hamur elde ediyorsunuz. İç malzeme için ise, 4-5 elmayı rendeleyip, biraz şeker ile pişiriyorsunuz ve 1 kaşık tarçın ekliyorsunuz. Soğuyan iç malzemeyi, hamurdan aldığınız ceviz kadar parçaların içine koyuyor ve poğaça şekli veriyorsunuz. Sıcak fırına konarak pişen kurabiyelerin üzerine, soğuduktan sonra pudra şekeri serpiyorsunuz. Afiyet olsun... İnanın enfes bir kurabiye oluyor.

MERHABA...

Bugün bloglar dünyasına katılıyorum ve sizlerle birlikte olmaktan son derece mutluyum...
Paylaşmayı çok seviyorum ve paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki! Ve bunların hepsini, her zaman en keyifli muhabbetlerin yapıldığı mutfağımda paylaşacağız. Tabi ki bunun yanında güzel lezzetleri de paylaşacağız...