31 Mayıs 2007 Perşembe

AKŞAM SAATİ VE ÜÇ MÜTHİŞ LEZZET...

İşten eve döndüğümde kendimi çok yorgun hissetsem de birşeyler yaparak herkesi sevindirmek istiyorum. Dün akşam eve gittiğimde aklımda yapmayı planladığım üç tane tarif vardı. Üçünü de yapmasam içim rahat etmezdi.
Önce sevgili eşimin hediyesi olan(sanırım kimse kendisine waffle makinesi hediye edildiği icin bu kadar sevinemez, resmen uçmuştum) yeni waffle makinemi denemeye karar verdim ve harika bir dondurmalı waffle yapmayı planladım. Öncelikle margarini(100-150 gr. kadar) eritip soğumaya bıraktım. Ardından un(1 su bardağı kadar) ve yarım çay kaşığı kabartma tozunu karıştırdım ve bir bardak süt ekledim. 2 yumurta, biraz süt, biraz şeker ve bir çimdik tuz ekleyip mikserle çırptım ve erimiş margarini ekledim. Oluşan hamur oldukça sıvı bir hamur. Hamuru yarım saat kadar dinlendirdim. Daha sonra makinenin kalıplarına hamuru kepçe ile dökerek 5 dakika kadar pişirdim. Toplam 6 adet waffle çıktı bu hamurdan. E bizde dün akşam kalabalık olduğumuz için bir adet waffleyi ortadan ikiye bölüp, arasına vanilyalı dondurma koydum ve diğer parçayı üzerine kapattım. Üzerine muz dilimleri koyarak, önceden hazırlamış ve soğutmuş olduğum hazır paketlerde satılan çikolatalı sosu kaşıkla gezdirdim, çilek dilimleri ve toz antep fıstığı ile süsledim.
Gelelim ikinci tarife; akşam yemeği için kızarmış soğan halkaları yapmayı düşünmüştüm. Daha önce sosa bulamadan yaptım ancak onlar yumuşak oldular. O nedenle maden suyu, un, tuz ve yumurta akını çırparak yaptığım sosa halka halka doğradığım soğanları bulayarak kızgın bol yağda kızartmayı denedim. İnanın müthiş oldular.
Bir diğer tarifimiz de blogcu arkadaşlardan birinden aldığım kolay su böreği idi. Bunun için de bir adet yufkayı ortadan ikiye bölüp, üzerine bir yumurta ve erimiş margarinden oluşan sosu sürüyor ve peynir koyuyoruz. Rulo şeklinde sarıyoruz ve gül böreği gibi şekil veriyoruz. Diğer yufkaları da(Ben toplam 3 yufka kullandım ve bir tepsi oldular) tek tek ikiye bölüp, aynı işlemi yapıp, ilk başta yaptığımız gül böreği şeklinin etrafına spiral şeklinde koyuyoruz. Daha sonra böreğin üzerine çıkacak kadar su dolduruyoruz tepsiye ve 10-15 dakika bekletiyoruz. Börek suyun bir miktarını içine çekiyor, kalan suyu süzüyoruz ve böreği büyükçe bir teflon tavaya aktarıyoruz. Arkalı önlü pişiriyoruz.
Evet sevgili dostlar, dün akşam yaptığım üç lezzet de birbirlerinden müthiş oldular. Sakın kendimi övdüğümü düşünmeyin çünkü evdekilerin tepkilerinden bahsediyorum. Ben hepsinden minicik bir lokma aldım sadece. Hele hele dondurmalı waffle konusundaki yorumları çok komikti. Yine pastane açıp, beni geceleri çalıştırmayı düşündüler.:)
Şaka bir yana, sevdiğim insanlar için bir şeyler yapmak beni çok mutlu ediyor. Ortaya çıkarabileceğim tek ürün de yemek ve pasta mamulleri olunca, ben de hiç engel tanımadan, onları mutlu etmek için kolları sıvıyorum. Onlar, yapılanları yerken ben de keyif alıyorum.

MİNİK BİR PAYLAŞIM...

Dedim ya paylaşmayı seviyorum diye, paylaşmadan hiç bir şeyin tadını tam alamıyorum diye. Okuduğum ve çok hoşuma giden bir yazıyı da paylaşmak istiyorum sizinle.

"Bankada bir hesap sahibi olduğunu düşün, hesabına her sabah $ 86.400 para yatırılıyor, fakat bu paranın hepsini akşama kadar harcamak zorundasın, ertesi güne transfer edilemez. Paranı kullansan da kullanmasan da hesap her akşam sıfırlanıyor. Ne yaparsın? Tabi ki hepsini harcamaya çalışırsın.
Hepimiz "zaman" adlı bu bankanın müşterileriyiz. Her sabah 86.400 saniyeye sahip oluyoruz, her akşam gün boyunca kullanmadığımız saniyelerimiz kadar zarara girmiş oluyoruz, yarına transfer edilemez. Her sabah hesabımız dolar, her akşam boşalır. Geri dönüş yok, saniyelerini ŞU AN`ı yaşayarak harca, en iyisi bunlarla iyi bir yatırım yap. Sağlık, mutluluk ve başarı için! Zaman kaçıyor. Her gün işinin en iyisini yap.

Bir senenin değerini anlamak için, sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.
Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek doğuran anneye sor.
Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir editöre sor.
Bir saatin değerini anlamak için kavuşmayı bekleyen sevgililere sor.
Bir dakikanın değerini anlamak için trenini kaçıran yolcuya sor.
Bir saniyenin değerini anlamak için bir kazayı önleyemeyen sürücüye sor.
Bir saniyenin yüzde birinin değerini anlamak için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor.

Her anını değerlendir, her dakikanı çok özel biriyle paylaş. Unutma zaman hiç kimse için durmaz."

Ne kadar güzel bir yazı değil mi? Ve gerçekleri gözlerimizin önüne seriyor.

29 Mayıs 2007 Salı

YAĞMURLU BİR HAVA VE KESİŞEN İKİ ÇİZGİ DAHA...

Gerçekten çok güzel bir gün. Hava serin, hava toprak kokulu...Sabahın erken saatlerinde çiseleyen yağmur, yine erken vakitte yorgun düştü. Yerini sessizlik ve serinliğe bıraktı. Böyle havalarda sıcacık yatağında kıvrılmak istiyor insan yada köyümüzde, yapraklarında minik yağmur damlacıklarının olduğu yemyeşil ağaçların altında oturmak, derenin şırıltısını, kuşların sesini dinlemek ve topraktan gelen o muhteşem kokuyu çekmek ciğerlerine...


Sevgili kuzenim Binnur, geçtiğimiz haftalarda evlendi ve daha dün balayından döndü. Öyle mutlu ki! Ben de Binnur'umun bir ömür boyu mutlu olmasını diliyorum. Biliyorum ki, onu şimdi tatlı bir telaş sardı. Malum, yeni ev, yeni insanlar, yeni hayatlara ortaklık ve şimdiye kadar alınan yalnız nefeslere bir ortak! Artık iki ayrı hayat değil, iki kişinin paylaştığı yalnızca bir hayat var. Yalnızca yastık değil paylaşılan. Bir dilim ekmektir, bir bardak sudur, bir nefestir paylaşılan, bir hayattır. Artık önemli olan paylaşmayı başarabilmektir, bundan zevk almaktır.
İnanın bana hayatı birbirine çekilmez kılmak öyle kolay ki... Oysa sabah birisi için uyanmak, aynaya bakmak, birisi için çorba pişirmek ve ayrı kalınan kısa zamanlarda özlemek...Onu nasıl mutlu edebileceğini düşünmek...Kısacası hayatı sevdiğin için güzelleştirmeye çalışmaktır zor olan.
Evlilik bir sanattır ve keşke herkes başarabilse. Her iki taraf da eşini nasıl mutlu edebileceğini düşünse, herşey ne kadar da kolay olurdu değil mi? Ancak artık hepimiz bencilleştik ve eşimizi değil, kendimizi nasıl mutlu edebileceğimizi düşünüyoruz. Keşke yıllar geçse de evliliğimizin üzerinden, tüm bencilliklerimizden, kinlerimizden sıyrılabilsek ve tüm arındırılmışlığımızla koşabilsek bir zamanlar çok sevdiğimiz insana. Yine hiç karşılık beklemeden bir nefeste "Seni seviyorum" diyebilsek!

Yalnızca aynı yastıkta kocaman değil, bir ömür boyu mutluluktan yaşaran gözlerle hayata bakman dileğiyle sevgili Binnur'um...Kesişen iki çizginin, tek bir çizgi olarak sonsuzluğa uzaması dileğiyle...

BİR TEŞEKKÜR...

İnsanın sevdiklerinin yanında olamasa bile varlıklarını hissettirmeleri ne güzel şey, birilerinin, bir yerlerde seni düşünüyor olması, mutluluklarına ve kederlerine ortak olması ne güzel şey... Dünyanın en şanslı insanlarından biriyim. Çünkü benimle birlikte heyecanımı paylaşan siz sevgili dostlarım varsınız ve yazdığınız yorumlarla, bu kadarını da haketmediğim duygularla ödüllendiriyorsunuz beni. Herkes bir şeyler üretebilir ama bunu paylaşacağı dostları varsa, işte o kişidir dünyanın en şanslı insanı.
İyi ki varsınız uzaklarda bir yerlerde varlıklarıyla beni mutlu eden insanlar...Binnur, Kader, Sinem ve tüm dostlar, sağolun varlığınız ve desteğiniz için...

25 Mayıs 2007 Cuma

Havalar öyle sıcak ki! Daha Haziran ayına girmeden, havaların böyle sıcak olması beni endişelendiriyor. Bu sıcak günlerde benden size, soğuk meyve sularınıza eşlik edecek, misafirlerinize ikram edebileceğiniz tuzlu bir simit tarifi;1 çay bardağı yoğurt, 1 çay bardağına yakın sirke, 1 paket margarin, 1 çay bardağı sıvıyağ, 2 yumurta(1 tanesinin beyazı ayrılır),1 paket kabartma tozu ve aldığı kadar un. Tüm malzemeler karıştırılarak yoğurulur ve küçük parçalar koparılarak minik simitler yapılır. Ardından çırpılmış yumurta beyazına batırılır ve oradan da susama bulanır. Isınmış olan fırına verilerek pişirilir.
Afiyet olsun...

24 Mayıs 2007 Perşembe

MUZLU RULO PASTA

Rulo pastaları çok severim ama nedense bir iki kez denememe karşı, bir türlü yapamamıştım, ta ki birazdan vereceğim tarifi uygulayana kadar. Bir komşumuzdan aldığım bu tarif çok da güzel oluyor. Öncelikle rulo pastanın kek malzemelerini vermek istiyorum; 1 su bardağı pudra şekeri, 1 su bardağı yumurta(3-4 yumurtaya tekabül ediyor), 1 su bardağı un ve 1 paket kabartma tozu.Öncelikle yumurta ve şekeri çırpıyor, ardından un ve kabartma tozunu ekliyorsunuz. Oluşan hamuru, margarinle yağlamış olduğunuz fırın tepsisine yayıyorsunuz ve fırına veriyorsunuz. Yaklaşık 10-12 dakikada pişiyor. Üzerinin biraz pembeleşmesi yeterli. Eğer fırında çok tutarsanız, kurur ve rulo yapılamaz.
Kreması için ise, 3 su bardağı süt, 3 kaşık nişasta, 6 kaşık şekeri karıştırarak pişiriyorsunuz ve soğuduğunda içine 1/4 margarin ve 1 paket vanilya ekleyerek mikserle kaymak kıvamına gelene kadar çırpıyorsunuz.
Fırından çıkartmış olduğunuz keki, ilk sıcaklığı çıktıktan sonra rulo olarak sarıyorsunuz. Daha sonra açıp içine kremanın birazını sürüyor ve muzu yerleştiriyorsunuz ve rulo olarak sarıyorsunuz. Kalan kremayı, rulonun her tarafına sürüyor ve isteğe göre hindistan cevizi yada toz fıstık ile süslüyorsunuz.
Afiyet olsun...

23 Mayıs 2007 Çarşamba

SEVDİKLERİMİZE SIKI SIKI SARILALIM...

Daha bir kaç gün önce birlikteydik serviste. Ama bugün yoktu, dün evine alışveriş yapmak için Ulus'a gitmiş ve bir daha dönmemişti.Hiç acımadan "can" alanlara lanet okumaktan başka bir şey gelmiyor elimizden...Çok üzgünüm...Kelime dağarcığım yetersiz kalıyor...

Lütfen daha sıkı sarılalım sevdiklerimize.Sabah belki öperek, belki varlığını hissetmeden, belki de küserek ayrıldığımız insanları, akşam eve döndüğümüzde bulamayabiliriz yada içinde sevdiklerimizi yaşatan, kuş misali uğraşıp didinip kurduğumuz yuvamızın ışıkları akşam bizsiz yanabilir.İnanın bana dünya, söylendiği gibi üç günlük değil, daha da kısa. Dün, bugün... Yarın ise belirsiz...

Lütfen bir şeylerin değerini anlamak için kaybetmeyi beklemeyelim ve her nefesimiz için şükredelim...

22 Mayıs 2007 Salı

EVDEKİ HUZUR...

Çok sevdiğim bir arkadaşımın "evlilik" hakkında gönderdiği bir yazıyı paylaşmak istiyorum sizinle. Yazı, Can Dündar'a ait. Ne kadar da güzel anlatıyor sevgili Dündar. Bu yazıyı okumadan önce evlilik yaşamınıza bir bakmanızı, bir de okuduktan sonra bakmanızı öneriyorum. Sanırım hepimizin içinde bir yerlerde "bencillik" saklı ve hep "ben" diyoruz. Oysa sevdiğimiz insana biraz daha anlayışlı davranabilsek, biraz daha kendimizi onun yerine koyabilsek yada hepsini bir yana bırakın; bir dakika sonra gerçekleşebilecek bir olayla, kalan hayatımızı "onsuz" geçireceğimizi düşünsek... İnanın bana, öfke anımızda bunları birazcık olsun gözümüzde canlandırabilsek, herşey çok daha farklı olurdu. Belki o zaman, küçücük yaşamımıza ne büyük mutluluklar sığdırabileceğimizi görebilir, belki o zaman, anne ve babasını ayrı evlerde ziyaret etmek zorunda olan, içlerinde kocaman fırtınaların koptuğu minik kalpler olmazdı yaşamımızda. Ve yüzü asık insanlar...
Tıpkı bir reklam filminde dediği gibi; "Evdeki huzur, zenginlik budur".

"Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum
benim için. 17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği
kurum ayni zamanda da...
Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belki de kuruma inanmamaktan
geçiyor.
Evliliği toplumun dayattığı şekilde yasamamaktan. Nedir bu dayatmalar?
Erkeğin muhakkak kadından yasça büyük olması, eğitim seviyesinin
erkeğin lehine yada en azından eşit olması bunların sadece ikisi...
Olmaz, yürümez diyor toplum... Erkek yasça büyük olmalı ki, kadına "höt"
dediğinde oturmalı kadın. Yada yumuşatıyorlar; efendim kadın erkekten
önce çöktüğü için (hani doğum felan) küçük olmalıymış yası. Eğitimde de
böyle. Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layiki....
EŞİM BENDEN 2 YAS BÜYÜK; ne "höt" dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden
önce çöktü. Yıllar içinde ben yaslandıkça o gençleşti, "oo Can
bey kapmışınız çıtırı" esprilerine muhattap dahi oldum.
EŞİM 3 ÜNİVERSİTE BİTİRDİ; ben bir taneyi 9 senede bitirdim. Ne o bana
bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım...
Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır der Halil
Cibran...
Bunu unutmadık biz. Ben konuşurken o dinledi, Ben dinlerken o konuştu
17 sene.
O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o "haklisin bitanem..." dedik, öfke
bitip fırtına durulduğunda "ama bi de böyle düşün" de dedik fikrimizi
savunurken.
Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi, ayni amaç için savaşan
neferlerdik bu hayatta. Hala bilmedik ne kadar para kazandığımızı,
ortak cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık.
Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon, kim bu saatte arayan
karşı cins diye sorgulamadık da ama... Sevginin en büyük dostuydu
bizim için "güven"... Ve güvenin ardına saklanmış bir "saygı" vardı
daima... Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede...
Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi sütliman yasayacaktık...
Öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamın dışında yattım bi
gece, misafir odasında... Gece yarısı kapı açıldı, esim "ne yapiyosun
burda?"
diye sordu kapının eşiğinden, "uyuyorum" dedim buz gibi bi sesle...
Gitti, gelmesi 1 dakikasını almıştı elinde yastıkla... "kay yana" dedi
daracık yatakta. "ne yapiyosun?" dediğimde "benim yerim senin yanın,
sen gelmezsen ben gelirim" dedi... Anladım ki o gece, en uzun kavgamız
yat saatine kadar sürecek...
Ve bence doğrusu da bu... Özen gösterdik o günden sonra, evin her
yerinde kavga ettik, yatak odamız hariç..
Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadık birbirimize...
Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41 inci çift
olacaktık o listede...
Ama oyunun kurallarını biz koyduk... Nede olsa bizim oyunumuzdu,
oynanan...
Evlilik; hesapsız içine dalınması gereken bir oyun bence...
Topluma kulaklarını tıkayarak hem de... Ne benim, ne de bizim
sözlerimizle...
Sadece gönlünüzden geçtiğince...
Dedigi gibi Ataol Behramoglu' nun; "...Yasadıklarımdan öğrendiğim bir
şey var: Yasadın mi büyük yasayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene
karışırcasına. Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana..." "
CAN DÜNDAR

KALBURABASTI TATLISI

Gülşen ablamın kalburabastı tatlısının tarifini vermek istiyorum; Hamuru için 1 paketten az margarin, 1 çay bardağı şeker, 1 çay bardağı sıvıyağ, 1 çay bardağı yoğurt, 1 yumurta, 9 yemek kaşığı irmik, aldığı kadar un ve bir paket kabartma tozu. İçi için ise; Bir miktar iri çekilmiş ceviz Şerbeti; 4 bardak su ve 4 bardak şeker, bir kaç damla limon suyu
Yapımına gelince, hamur için gerekli malzemeler karıştırılarak yoğurulur ve hamurdan cevizden biraz büyük parçalar alınarak içlerine ceviz konur, poğaça şeklinde kapatılır. Üst tarafları, rendeniz yüzüne hafif bastırılarak şekil verilir. (Eğer hamurunuz rendeye yapışıyorsa, rendeyi biraz yağlamanızda fayda var.)(Gülşen ablam, çatalla delikler açarak şekil vermişti.) Isınmış olan fırında pişirilen tatlılar sıcakken üzerine soğuk şerbet dökülür.Ya da soğuk tatlıların üzerine sıcak şerbet dökebilirsiniz. Aslında tamamen size bağlı, nasıl kolayınıza gelirse o şekilde yapabilirsiniz.
Oldukça lezzetli bir tatlı. Umarım beğenirsiniz sevgili dostlar...

21 Mayıs 2007 Pazartesi

BİR BAŞKADIR MEMLEKET...

Hafta sonu annemle birlikte, onun arkadaşlarından oluşan bir altın gününe gittim. Oldukça eğlenceliydi, işin en eğlenceli yanı da ev sahibinin, aynı zamanda eşimin hemşehrisi olmasıydı. Yani Aydın'lı. Tabi, muhabbet dönüp dolaşıp sevgili şehrimiz Aydın'ın yemeklerine geldi. Gülşen abla, ballandıra ballandıra anlattı. E tabi bir de bunun yanında Aydın'ın zeytini, peyniri, zeytinyağlı kızartmaları, poğaçası ve en önemlisi de ünlü kalburabastı tatlısından oluşan muazzam da bir sofra hazırlamıştı bizim için. Eşim duyunca neler yediğimizi, memleket özlemi arttı ve kalburabastı istedi benden. Ben de Gülşen ablamdan aldım hemen tarifini. Gerçekten de çok güzel yapmıştı. Ellerine sağlık...Yarın tatlının tarifini vereceğim sizler için.
Benim eşim tam bir Aydın fanatiği. Ona göre oranın her şeyi lezzetli, her şeyi güzel.Ben de onun memleket özlemini biraz da olsun hafifletmek için elimden geleni yapıyorum. En azından özlediği tatları yapmaya gayret ediyorum.Çünkü çok iyi öğrendim ki, memleket başka bir şeydir, sokağa çıktığında tanıdığın insanları görmek, aynı dili konuştuğun(tabi bir de aydınca vardır ki, çok iyi konuşanların yanında ben hiç bir şey anlamam, ama çok tatlı bir ağızdır), benzer geçmişlere sahip olduğun insanları görmek başka şeydir...
Üstelik memleketlerimizden bizi koparan şartlar, altın kafese de koymuyorlar. Kısacası bir başkadır memleket de memleket sevdası da...
Telefonu minik İrem açtı ve sesimi hemen tanıdı. Bana bir sürprizi olduğunu söyledi. Sürprizleri seven biri olarak, ona sürprizin ne olduğunu sordum, "olmaz söylemem, kelebekli günler gelince söyleyeceğim" diye yanıt verdi...
Ne güzel değil mi çocuk olmak... Bir çok insanın tatil için beklediği, kiminin kavrulacağı günler olarak düşündüğü yada kimimizin gelip geçmesi umrumuzda bile olmayan yaz mevsimi, beş yaşında bir çocuğun düşlerinde "kelebekli günler" olarak yerini buluyor... Bu tabir, nedendir bilmem, beni mutlu etti, bir başka bakmaya başladım mevsimlere. Sanırım biz büyükler, bir sürü gereksiz ayrıntılarla canımızı sıkmaya çalışırken, yaşamımızdaki böyle güzel "kelebekli günler"i atlıyoruz.

17 Mayıs 2007 Perşembe

CANIN SESİNİ DUYMAK...TAA UZAKLARDAN...

Var mıdır dostun sesini duymak gibisi. Hele bir de uzaklardaysa... Hele bir de dostun canınsa senin, kardeşinden öteyse, herşeyinse...Mutluluklarını ve hüzünlerini onun avuçlarına bırakmak ve gülüşünü, sesinin hüznünü duymak...Güzeldir canın sesini duymak...taa uzaklardan...sağol gülüm, varlığın için...

Bir de kısa bir süre de olsa, benim askerlik yaptığım dönem olarak adlandırdığım antep günlerim var.Onlar benim yaşarken sıkıntılı, ama geriye dönüp baktığımda buruk sevinçleri içinde barındıran, hatta özlediğim günlerimdi. Hiç kimseye nasip olmayacak sağlam, adam gibi dostluklar edindim o kayıp şehirde.Var dır ya hani biz üç kişiydik söylemleri. Biz de bir elin parmaklarını geçmeyecek kadardık oraya gittiğimizde. Ama öyle bir tutunduk ki birbirimize yıllanmış ağaçların kökleri nasıl tutunursa toprağa öyle tutunduk birbirimize.Bir de hüseyinimiz vardı o yabancı toprakların insanı, en insanı.Misafir etti bizi aylarca sorgulamadan nerden geldiğimizi, nereye gittiğimizi. Açtı bize kocaman yüreğini. Ve ortak oldu memleket özlemlerimize, kendimizi arayışımıza...

Düşünüyorum şimdi o günleri... Ve içimde bir sızı ile özlüyorum sevgili dostlarımı... Ne güzeldik biz sevgili dostlar...Kısa süreye ne büyük dostluklar ve sevgiler sığdırdık...

EN GÜZELİ...

En güzeli de ne biliyor musunuz? Çayımı yudumlayıp, sıcak simidimden lokmalar alırken, Kazım Koyuncu'nun o müthiş "işte gidiyorum" parçası eşliğinde paylaşıma başlamak...Bu sabah servisten biraz erken indim ve yürüdüm akasya kokuları eşliğinde neden bu kadar mutlu olduğumu düşünerek...Birçok şeyin arifesinde olup da, zorlukları aşmaya çalışırken bu denli mutlu olmak sanırım herkese nasip olmayabilir. Galiba biraz şanslıyım...Ama sadece bugünlük de olabilir...
Dün akşam eşimin yoğun tatlı krizlerine cevap bulmak amacıyla kolları sıvadım. Bişeyler yapmalıydım ama kolay ve lezzetli olmalıydı. Çünkü televizyonun karşısında sevdiğim insanlar yanımdayken öldürdüğüm vakitleri, bazen seviyorum.
Tatlı krizlerinin en acil çözümü olan(bence) çikolatalı kek yapmaya karar verdim. Hemen başladım ama sanırım hamur biraz bereketli oldu. Çünkü iki yumurtadan, iki kalıp kek çıktı. Ama kalıpların biri baton, diğeri de tart kalıbı. Ne alaka diyebilirsiniz ama malum, yeni evin tüm eksiklikleri tamamlanamadı.
2 yumurta ve 1 bardak şekeri çırpıp, içine 1 su bardağına yakın erimiş margarin ekledim, ardından 1 su bardağına yakın süt ekleyerek tahta kaşıkla karıştırdım. Bir miktar un,kakao, kabartma tozu ve biraz damla çikolatayı da ekledikten sonra oldukça fazla olan hamuru(benim kalıbım için) ikiye bölüp, kalıplara paylaştırdım ve ısınmış olan fırına verdim. Baton kalıpta pişen kekin üzerine, çıktıktan sonra biraz süt gezdirdim. Eşim diğer keki(tart kalıbındaki) gördü ve biraz daha ıslak bişeyler istediğini söyledi. Ben de ona sürpriz yapmak istedim ve hemen çikolatalı sos pişirdim(hazır paketlerde satılanlardan). Dilimleyerek üzerine sos gezdirdim ve toz fıstık ile süsledim.
Eşim ve Coşkun'un tepkilerini görmenizi isterdim. Pastane açarak beni çalıştırmaya karar verdiler.:)

16 Mayıs 2007 Çarşamba

ISINMA TURLARI...

Bugün hava öyle sıcak ki! işyerinden arkadaşlarla birlikte yemeğe gittik, görüntü olarak harika bir yerdi. Böyle sıcak bir havada altında oturabileceğiniz iğde ağaçlarının olduğu, kuş seslerinin cıvıldadığı hoş bir yerdi taa ki benim salatamdan çıkan canlı varlığa kadar. Büyükşehirin gürültüsünden uzak, kafa dinleyip lezzetli bişeyler yiyeceğimiz yerlerin kıymetini, bizimle birlikte böyle şehirlerde yaşayanlar bilir. Keşke böyle mekanların sahipleri de hijyene biraz daha dikkat etse de keyfimiz tam olsa...
Daha önce de bahsetmiştim ya, okulu bitirdiğimde sunucu olmak, hayata paylaşmak istediğimi. Hemen olmadı ama şimdi blogum aracılığı ile bişeyler olmaya başladı. Kim bilir, belki çok istediğim pastanemi açarım ve estetiğin ve lezzetin yanında en önemli şeyin hijyen olduğunu ispatlarım:)
Ama bu kurabiyeleri yanımda arkadaşlarım varken yemek, alınan tadı doruklara eriştiriyor. Elmalı kurabiye dedim de aklıma geldi, sevgili arkadaşım Sevde'ye sevgilerimi iletmek istiyorum...O, benimle birlikte çay-kurabiye keyfini çok sever.:)

Favori tarifim olan elmalı kurabiyeyi paylaşmak istiyorum...1 paket margarin, 1,5 çay bardağı pudra şekeri, 1 çay bardağı sıvıyağ, 1 yumurta, 1 paket kabartma tozu, 1 paket vanilya ve 4-5 su bardağı un. Yapılışına gelince, tüm malzemeleri karıştırıyor ve yumuşak bir hamur elde ediyorsunuz. İç malzeme için ise, 4-5 elmayı rendeleyip, biraz şeker ile pişiriyorsunuz ve 1 kaşık tarçın ekliyorsunuz. Soğuyan iç malzemeyi, hamurdan aldığınız ceviz kadar parçaların içine koyuyor ve poğaça şekli veriyorsunuz. Sıcak fırına konarak pişen kurabiyelerin üzerine, soğuduktan sonra pudra şekeri serpiyorsunuz. Afiyet olsun... İnanın enfes bir kurabiye oluyor.

MERHABA...

Bugün bloglar dünyasına katılıyorum ve sizlerle birlikte olmaktan son derece mutluyum...
Paylaşmayı çok seviyorum ve paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki! Ve bunların hepsini, her zaman en keyifli muhabbetlerin yapıldığı mutfağımda paylaşacağız. Tabi ki bunun yanında güzel lezzetleri de paylaşacağız...