25 Eylül 2007 Salı

MUZLU KOLAY PASTA

Haftasonu yaptığım bir pastanın tarifini paylaşmak istiyorum sevgili dostlar... Bu pastanın kreması eleştirmenlerden tam not aldı:) Kekine gelince de, pastabanları kolay kolay beğenmeyen "ben" den tam not aldı. Piyasada dolaşan bir sürü pastaban markası var ama "Uno" gerçekten bu işi biliyor. (Özellikle bizim gibi çalışan ve zaman ile yarışan, aslında zamanının çoğunu mutfakta yalnız değil de, sevdiklerinin yanında geçirmek isteyen ancak aynı zamanda da bu özel insanlara güzel bişeyler ikram etmek isteyenler için müthiş bir fırsat)
Pastanın yapılışına gelince, öncelikle kremasını hazırlamamız gerekiyor. Bunun için bir kaşık mısır nişastası, bir kaşık buğday nişastası ve bir kaşık unu karıştırarak 6 yemek kaşığı şeker ekliyoruz.(şeker miktarı arzuya göre değişir, krema piştikten sonra tadına bakarak ekleyebilirsiniz) Bir litreye yakın muhtemelen 650-700 ml. sütü ekleyerek topaklanmaması için sürekli karıştırarak pişiriyoruz. (ben sütü her zaman göz kararı eklerim) Pişen kremanın içine sıcakken bir yemek kaşığı margarin ve bir paket vanilya ekleyerek mikser yardımı ile çırpıyoruz. Biraz soğumasını bekledikten sonra, yarım paket krem şantiyi (toz halinde) kremamızın içine ekleyerek kaymak kıvamına gelene dek çırpıyoruz.
Bir su bardağına yakın sütün içine bir yemek kaşığı şeker ekleyerek çırpıyoruz ve pastabanımızın alt katmanını bununla ıslatıyoruz. Bu katmana kremayı sürüyor üzerine ve muz dilimleri, damla çikolatalar(aslında evde ne varsa) serpiştiriyoruz. Üst katmanı da şekerli süt ile ıslatıp kalan krema ile pastanın her tarafını kaplıyoruz. Üzerini süslemek ise tamamen yaratıcılığınıza kalmış, ister kakao serpin, ister muz dilimleri ile süsleyin. Ben kivi ve muz dilimleri ile süsledim. (Çünkü eşim, krem şanti kutusunun dışında görünen o kivili pastayı göstererek " birileri ne güzel pastalar yapıyor, keşke bizim evde de böyle bir pasta olsa" diye sitem yoluyla gaz verme politikası izlemişti. )
Gerçekten yapımı kolay ve lezzetli bir pasta. Şimdiden afiyet olsun...

21 Eylül 2007 Cuma

BİR RAMAZAN GÜNÜ!...

Günler tatlı bir koşturmacayla geçiyor yine. İşten çıkıp eve gittiğimde, iftar vaktine öyle az bir zaman kalmış oluyor ki, yemekleri nasıl hızla yaptığıma ben bile şaşırıyorum. Mesela dün akşam hayatımın en hızlı sebzeli bulgur pilavını yaptım. Ama gerçekten zamanın kısalığına rağmen tadı her zamankinden güzel olmuştu. Ben bunu içinde bulunduğumuz mübarek günlerin hikmetine bağlıyorum.
Bulgur pilavını nasıl yaptığıma gelince(herkesin bildiği bir tarif ama her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdırdan yola çıkarak bu tarifi de yazıyorum); öncelikle soğanları minicik doğrayarak tereyağını erittiğim tencereye koydum, üzerine dilimleyerek dondurucuda muhafaza ettiğim yeşil köy biberlerini ekledim ve bir miktar kavurdum(böylece kışın bile biber koyduğum her yemekte köyümün kokusunu duyacağım), minik minik doğradığım patatesleri de ekledim ve patateslerin rengi dönene kadar kavurmaya devam ettim, sonra küp doğranmış domatesleri ve yıkayıp süzdüğüm pilavlık bulguru ekledim ve 3-4 dakika daha kavurdum. Et suyu tabletin yarısını ve bir miktar tuz da ekledikten sonra sıcak suyu koyarak pilavı pişmeye bıraktım. (Normalde et suyu tablet yerine et suyu koyuyorum) Pilav suyunu çektiğinde, demlenmesi için üzerine havlu kapatarak bir kenara bıraktım.
Oldukça lezzetli olduğunu yine ben söylemiyorum:) Sevgili kardeşim Deniz ve eşimin fikirleri bunlar.
Tabi bu akşamın yemeğini de dün akşamdan yapmayı ihmal etmedim. Sosyete mantısı, rus salatası ve zeytinyağlı bezelyeyi hazırlayarak buzdolabıma koydum. Buyrun gelin, akşam iftarı bizde yapalım!(bu tarifleri de daha sonra yayınlayacağım)
Ne güzel olurdu değil mi sevgili dostlar birlikte iftar açabilmek. Dostlarımla iftar açmayalı çok uzun bir süre oldu. Eskiden arkadaşlar bize iftara gelirdi, hep birlikte neşeyle sofrayı kurar, heyecanla ezan okunması bekler, huzurla yerdik yemeğimizi tatlı bir sohbet eşliğinde. Sonra gece olup herkes uyuduğunda, biz sıkı dostların muhabbeti daha da koyulaşır, sahura kadar sürerdi. Sahur yaklaştığında Gülden'in "hadi canım, bu saatte olmaz, üşenmiyor musun" nidaları eşliğinde belki bir poğaça yada börek yapardım. Sonra annemleri uyandırırdık sahur sofrasına. Ne güzel günlerdi...
Ne zamanki gurbet günleri başladı, ne zamanki gönüllerin gurbeti başladı işte o zaman sona erdi bu güzel zamanlar.Şimdiyse elimden "sağlık olsun" demekten başka bir şey gelmiyor.
"Sağlık olsun" ve "Gönüller bir olsun"!

10 Eylül 2007 Pazartesi

KÜÇÜK ŞEHİRLER, BÜYÜK TELAŞLAR...DAHA DA BÜYÜK MUTLULUKLAR...

Uzun bir aradan sonra nihayet fırsat bulabildim sizlerle biraraya gelebilmek için. Güzel bir tatilin ardından oluşan tembelliğim sona ermekte, daha yeni yeni kendime gelmekteyim. Tabi bunda havaların soğumasının da etkisi var.
Ve işte geldi sonbahar... Hafta sonunu Düzce'de geçirdim, biraz daha yukarılara doğru çıkarak köyüme gittim.Sıcaktan bunalan hücrelerim serinliğin etkisiyle feraha kavuştu. Olamaz böyle bir güzellik, her yer yemyeşil, sabahın dumanı ormanın üzerinde, ateş yanıyor çıtır çıtır, sarınıyorsunuz sıcacık yorganınıza. (Yanılmayın sakın, daha iki gün evvel yaşadıklarımı anlatıyorum, aralık ayı değil.)
Her mevsim başka güzel diye düşünüyorum, yakında bu güzelim çimlerin üzerine kar yağacak ve biz yine bir hafta sonu kaçamağında karların üzerinde kayak yapacağız. Ama bilinen o eski usullerle; en kaygan çuvalların üzerinde:)
Bir taraftan da içimde bir sevinç. Her yıl Ramazan ayı gelirken, içimde nasılını ve nedenini belirtemeyeceğim bir heyecan oluyor, bir kıpırtı... Şöyle bir baktım memleketime hafta sonu. Dedim kendi kendime küçük şehirlerde ne büyük sevinçler, telaşlar yaşanıyor böyle özel zamanlar için. Oysa büyük şehirlerde kaybetmişiz kendimizi, düşmüşüz hayat derdine. Oysa hayat yalnızca kendi karnını doyurmaktan mı ibaret? Karın doyurmanın da bir ruhani yönü olmalı diyorum kendimce. Unutmuşuz böyle güzel ayların faziletlerini, hazırlıklarını. Oralarda herkes alışverişe çıkmış, iftara gelecek olan misafirlerine en güzel yemekleri hazırlamak için, sahurda yemek için yufkalar açılmış, erişteler kesilmiş, tarhanaların en kokulu olanları hazırlanmış, tabi bir taraftan da biberler yıkanıyor en kırmızı salçalar için, turşuluklar seçiliyor pazar yerlerinde... Tatlı bir telaş gördüm bizim oralarda, benim insanlarımda. Hem kış karşılanıyor, hem de ramazan ayı...Ama yalnızca midenin yönlendirmesiyle değil, içlerindeki tuhaf sevincin rüzgarıyla.
Bir de Ankara'ya baktım sessizce. Alıştığımız gürültünün sessizliği, insanların umursamazlığı...Ah diyorum, keşke bu güzel günleri o küçük şehirlerde geçirebilseydim...
Elimizdekiyle yetinmek adına, küçük şehirlerin büyük mutluluğunu, küçük evimde, küçük ailemin içinde yaşatmaya karar verdim... En sevgi dolu yemekleri iftar soframıza taşımak adına, ramazan ayının mutluluğunu eşimle paylaşmak adına, küçük dünyamda büyük sevinçler yaşatmaya karar verdim...