22 Mayıs 2007 Salı

EVDEKİ HUZUR...

Çok sevdiğim bir arkadaşımın "evlilik" hakkında gönderdiği bir yazıyı paylaşmak istiyorum sizinle. Yazı, Can Dündar'a ait. Ne kadar da güzel anlatıyor sevgili Dündar. Bu yazıyı okumadan önce evlilik yaşamınıza bir bakmanızı, bir de okuduktan sonra bakmanızı öneriyorum. Sanırım hepimizin içinde bir yerlerde "bencillik" saklı ve hep "ben" diyoruz. Oysa sevdiğimiz insana biraz daha anlayışlı davranabilsek, biraz daha kendimizi onun yerine koyabilsek yada hepsini bir yana bırakın; bir dakika sonra gerçekleşebilecek bir olayla, kalan hayatımızı "onsuz" geçireceğimizi düşünsek... İnanın bana, öfke anımızda bunları birazcık olsun gözümüzde canlandırabilsek, herşey çok daha farklı olurdu. Belki o zaman, küçücük yaşamımıza ne büyük mutluluklar sığdırabileceğimizi görebilir, belki o zaman, anne ve babasını ayrı evlerde ziyaret etmek zorunda olan, içlerinde kocaman fırtınaların koptuğu minik kalpler olmazdı yaşamımızda. Ve yüzü asık insanlar...
Tıpkı bir reklam filminde dediği gibi; "Evdeki huzur, zenginlik budur".

"Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum
benim için. 17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği
kurum ayni zamanda da...
Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belki de kuruma inanmamaktan
geçiyor.
Evliliği toplumun dayattığı şekilde yasamamaktan. Nedir bu dayatmalar?
Erkeğin muhakkak kadından yasça büyük olması, eğitim seviyesinin
erkeğin lehine yada en azından eşit olması bunların sadece ikisi...
Olmaz, yürümez diyor toplum... Erkek yasça büyük olmalı ki, kadına "höt"
dediğinde oturmalı kadın. Yada yumuşatıyorlar; efendim kadın erkekten
önce çöktüğü için (hani doğum felan) küçük olmalıymış yası. Eğitimde de
böyle. Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layiki....
EŞİM BENDEN 2 YAS BÜYÜK; ne "höt" dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden
önce çöktü. Yıllar içinde ben yaslandıkça o gençleşti, "oo Can
bey kapmışınız çıtırı" esprilerine muhattap dahi oldum.
EŞİM 3 ÜNİVERSİTE BİTİRDİ; ben bir taneyi 9 senede bitirdim. Ne o bana
bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım...
Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır der Halil
Cibran...
Bunu unutmadık biz. Ben konuşurken o dinledi, Ben dinlerken o konuştu
17 sene.
O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o "haklisin bitanem..." dedik, öfke
bitip fırtına durulduğunda "ama bi de böyle düşün" de dedik fikrimizi
savunurken.
Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi, ayni amaç için savaşan
neferlerdik bu hayatta. Hala bilmedik ne kadar para kazandığımızı,
ortak cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık.
Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon, kim bu saatte arayan
karşı cins diye sorgulamadık da ama... Sevginin en büyük dostuydu
bizim için "güven"... Ve güvenin ardına saklanmış bir "saygı" vardı
daima... Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede...
Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi sütliman yasayacaktık...
Öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamın dışında yattım bi
gece, misafir odasında... Gece yarısı kapı açıldı, esim "ne yapiyosun
burda?"
diye sordu kapının eşiğinden, "uyuyorum" dedim buz gibi bi sesle...
Gitti, gelmesi 1 dakikasını almıştı elinde yastıkla... "kay yana" dedi
daracık yatakta. "ne yapiyosun?" dediğimde "benim yerim senin yanın,
sen gelmezsen ben gelirim" dedi... Anladım ki o gece, en uzun kavgamız
yat saatine kadar sürecek...
Ve bence doğrusu da bu... Özen gösterdik o günden sonra, evin her
yerinde kavga ettik, yatak odamız hariç..
Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadık birbirimize...
Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41 inci çift
olacaktık o listede...
Ama oyunun kurallarını biz koyduk... Nede olsa bizim oyunumuzdu,
oynanan...
Evlilik; hesapsız içine dalınması gereken bir oyun bence...
Topluma kulaklarını tıkayarak hem de... Ne benim, ne de bizim
sözlerimizle...
Sadece gönlünüzden geçtiğince...
Dedigi gibi Ataol Behramoglu' nun; "...Yasadıklarımdan öğrendiğim bir
şey var: Yasadın mi büyük yasayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene
karışırcasına. Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana..." "
CAN DÜNDAR